27 Nisan 2010

Bilgi toplumu trenini kaçırdık mı? [Gila BENMAYOR]

TÜRKİYE’nin bilgi teknolojilerinde sekiz basamak gerilediğini ortaya koyan Dünya Ekonomik Forumu’nun 2009-2010 Küresel Bilgi Teknolojileri raporunu iki kişiye sordum.

Türkiye Bilişim Vakfı (TBV) Başkanı Faruk Eczacıbaşı ve HP Türkiye Genel Müdürü ve TÜBİSAD (Bilişim Sanayicileri Derneği) Yönetim Kurulu üyesi Serdar Urçar.

DEF
’in raporuna fena taktım.

Zira biz “bilgi toplumu” olacağız derken meğer ileri değil geri gidiyormuşuz.

Buluşmamıza kolunun altında raporla gelen Faruk Eczacıbaşı önce şu tespitte bulunuyor:

“Rapor her yıl aynı değerler üzerinden ölçümler yaptığından gerçekten geri gitme durumu söz konusu”.

Rapora göre, özel sektörde sorun yok.

Sorun bireylerin ve devletin “bilgi toplumu” dönüşümüne hazır olmamalarından kaynaklanıyor.

Eczacıbaşı, Başbakan Erdoğan
’ın 2003 yılında Bilişim Zirvesi’ndeki konuşmasına dikkat çekiyor.

EN ALTTAKİ DAĞINIK ÇEKMECE

Ne demişti Başbakan?

Türkiye bir yol ayırımında. Ya dünyada bilgi toplumu endeksi sınıflamasında son sıralarda liglerin dışına düşecek. Ya da e-dönüşüm biletini alıp bilgi trenine atlayacak”.
Bilgi toplumuna dönüşmek için bu ülkenin daha fazla beklemeye tahammülü yoktur” diye de eklemiş Başbakan Erdoğan.

Aradan 7 yıl geçmiş ve biz ne durumdayız?

133
ülke arasında 69 sırada ve her yıl daha geriye düşüyoruz.

Hükümetin bu konudaki hevesi kaçmış görünüyor.

Zira başlarda “e-dönüşüm”den sorumlu bakanlar ve STK’larla her üç ayda bir yapılan toplantılar yılda bire düşmüş.

Bilgi Toplumu Ajansı
’nın kurulması havada.

Eczacıbaşı
önceliğini kaybetmiş mesele için şöyle bir benzetme yapıyor:
“Bilgi teknolojileri daima dağınık kalan en alttaki çekmece gibi.Vakit bulunursa düzenlenecek ama daima farklı bir gündem öne geçiyor”.

SAHİBİ KİM?

Başka önemli bir sorun da şu:

Türkiye’de bilgi teknolojilerinin sahibi kim?

2003’ten beri isimler, kurumlar sürekli değişiyor.

Şimdi sorumluluğun DPT’den Ulaştırma Bakanlığı’na geçtiği biliniyor ama kafalarda soru işaretleri var.

Eczacıbaşı, “ TBV önderliğinde 21 kadar STK ayda bir toplanıyor. Ortaya sorular atılıyor ancak bunların yanıtları için kime başvuracağız bilmiyoruz”
diyor.

HP
Genel Müdürü Serdar Urçar da bu “sahipsizlik” meselesine dikkat çekiyor.

2006-2010 Bilgi Toplumu Stratejisi
ve Eylem Planı’nın kimse tarafından izlenmediğini söylüyor.

TÜBİSAD
şapkasıyla “Eylem Planı önümüzdeki beş yıl için revize edilip hayata geçirilsin” diyor.

EKONOMİDE İLK 10’A GİREMEYİZ

Urçar, DEF Raporu’ndaki olumsuz verilerle ilgili şöyle bir analiz yapıyor:
“Bilgi teknolojileri pazarı bizde yeterince büyük değil. Dünyadaki dağılımı yüzde 40 hizmet, yüzde 30 donanım, yüzde 30 yazılım şeklindedir”.

Türkiye pazarında ise durum şöyle:

Yüzde 80
donanım, yüzde 12 hizmet, yüzde 8 yazılım.

Yani hem hizmet ve yazılım pazarları yeterince büyük değil.

Serdar Urçar
, ABD’de 90’lı yıllarda büyümenin kaldıracı olarak “bilgi teknolojileri”nin belirlendiğini hatırlatıyor.

“Bilgi teknolojilerinde büyümezsek dünya ekonomileri arasında ilk 10 girmek hedefine ulaşamayız”
diyor.

Önemli bir uyarı bu.

Urçar: Misyonumuz AR-GE İnsanlarını bir araya getirmek

İŞTE bu noktada HP gib,  bilgi teknolojileri  alanında dünyada ilk sırada yer alan bir şirketin Türkiye’deki vizyonu önemli.
HP’nin bir süre önce, Çorlu’da Tayvanlı Foxconn Grubu’yla bilgisayar üretme kararı aldığını biliyoruz.

Yüzde 90’ı
ihracata yönelik, yılda 2 milyon 400 bin bilgisayar üretimi mutlaka önemli.

Ne ki, Serdar Urçar’ın sözünü ettiği, geçtiğimiz haziran ayında temeli atılmış olan,  HP-İTÜ Yazılım İnovasyon Merkezibilgi toplumu” adına daha heyecan verici.

HP Türkiye Müdürü
bununla ilgili “Bizim tarzda şirketlerin misyonu AR-GE insanlarını bir araya getirmek olmalı” diyor.

Merkezin Türkiye’yi Ortadoğu, Akdeniz ve Afrika bölgelerinde öncü bir konuma getireceğini söylüyor.

Serdar Urçar
’ın kafasında Türkiye’yle ilgili, henüz olgunlaşma safhasına, bir üçüncü proje daha var.

YAZILIM VE HİZMET

O da hem Türkiye, hem çevre ülkeler için mühendislerden oluşan bir hizmet kadrosu oluşturmak.
HP, Türkiye’nin bilgi teknolojilerinde eksik yönü olan “yazılım ve hizmet” ayağı için çaba sarf ediyor anladığım kadarıyla.

Sektörün diğer önde gelen isimlerinin, STK’ların da aynı gayretin içersinde olduğundan eminim.

Geriye ne kalıyor?

Devletin “bilgi toplumu”dönüşüm vizyonuna  ve stratejilerine gerçekten sahip çıkması.

Aksi takdirde Başbakan Erdoğan’ın 2003 yılında söylemiş olduğu gibi tren kaçıyor.
[Hürriyet Gazetesi] [27 Nisan 2010]

14 Nisan 2010

Yunanistan kurtarılıyor [Metim ERCAN]

Borç kriziyle birlikte ekonomik geleceği belirsizleşen Yunanistan’da geçtiğimiz pazar günü umutlar tekrar yeşerdi. Avro Bölgesi maliye bakanlarının gerçekleştirdikleri telekon ferans sonucunda önümüzdeki sene içerisinde Yunanistan’a 30 milyar avro tutarında borç verilmesi kararlaştırıldı. Ayrıca IMF’nin 15 milyar avroluk ekstra bir destek paketi sunabileceği açıklandı. Avro Bölgesi’nden gelecek destek üç yıl vadeli sabit faizli borç şeklinde olacak. Borcun faiz oranı olarak tespit edilen yüzde 5, IMF’in borçlanma oranından yüksek olmakla birlikte, Yunan tahvillerinin  paketin açıklanması öncesinde işlem görmekte olduğu yüzde 7’nin üstündeki faiz oranından çok daha makul bir seviyede bulunuyor.
Yunan borç krizinin ortaya çıkmasından itibaren, Avrupa’dan bir destek verilip verilmemesine dair, ülkeler farklı görüşler ortaya koydular. Bu durum, net bir adımın atılması sürecini geciktirdi. Destek karşıtı görüşlerin arkasında, Yunanistan’ın önümüzdeki dönemde yardım ihtiyacı duyacak tek ülke olmayacağına dair kanaatin yattığı düşünülebilir. Mevcut ekonomik performansları ile Portekiz, İspanya ve İrlanda’nın da borçlarını çeviremeyecek noktaya gelme ihtimalleri bulunuyor. Avrupa Birliği’nin devamlılığı ve ekonomik kredibilitesi açısından, zora düşen ülkelerin tamamıyla kendi kaderlerine terk edilmesi durumu söz konusu olmasa da, ülkelerin maliye disiplinlerini sağlamaları için daha farklı adımlar atılması gerekliliği savunuluyor. Yunanistan’a yapılan bir yardımın, borç krizi eşiğinde bulunan diğer ülkelerin maliye disiplinlerinde ‘gevşemeyle’ sonuçlanabileceği akla gelen bir olumsuz etkiydi. Diğer taraftan, her bir sorunun, ‘imece’ usulü bir araya gelinerek değil, daha sistematik ve kurumsal bir yöntemle ele alınması, daha uzun vadeli ve kalıcı bir çözüm olarak ortaya atıldı. IMF benzeri bir Avrupa Para Fonu (European Monetary Fund)’un kurulmasına dair ciddi öneriler sunuldu.
Nihai noktada, kalıcı ve kurumsal çözümlerin önümüzdeki dönemde gerçekleştirilebilirliği hâlâ sürüyor. Ancak, Yunanistan’ın hassas durumuna aciliyetli olarak  ihtiyaç duyulan müdahale sonunda yapıldı. Piyasaların bu gelişmeye tepkisinin olumlu olması, daha öncesindeki çekincelerin piyasa tarafından paylaşılmadığını gösteriyor. Yani, Yunanistan için açıklanan paket, hassas dengeler üzerindeki diğer Avrupa ekonomilerinin ‘ahlaki risk’ (moral hazard) problemiyle karşı karşıya kalarak ‘nasılsa kurtarılacakları’ düşüncesiyle basiretli davranmalarının önüne geçecek bir durum yaratmıyor. Çünkü açıklanan paket bir ‘yardım’ değil, en iyi ihtimalle, piyasa koşullarına göre daha iyi şartlarda sağlanmış ve üç yıllık vadeye yayılmış bir borçtan ibaret. Bu haliyle, paket, Yunanistan’ın geleceğine dair ciddi önlemler alınması gerekliliğini ortadan kaldırmıyor. Ekonomi çevreleri, Yunanistan’ın toplamda 80 milyar avroya kadar ulaşan bir kaynağa ihtiyaç duyduğunu belirtiyorlar. Yunanistan ‘hibe’ olmayan bu büyüklükte bir kaynağı, ancak maliye disiplinini sağlayarak ve iddialı bir faiz dışı fazla hedefini  uzun vadede tutturarak geri ödeyebilir. Açıklanan paket ise, öncelikle, Yunanistan’ın mevcut faiz yükünü hafifletecek şekilde daha iyi oranlarla borçlanabilmesi imkanını yaratacak. Maliye politikalarının borç / GSYİH oranını azaltacak şekilde etkin olması ancak faiz oranlarının sürdürülebilir seviyeye gelmesiyle mümkün. Paket, ayrıca, Yunanistan’ın borç piyasalarındaki kredibilitesini yükselterek, gerek yatırımcılardan gerek kurumsal kredi kaynaklarından fon elde edebilmesini mümkün kılacak.
Yunanistan için açıklanan paket, devamı geldiğinde anlam kazanmış olacak. Bunun için Avrupa’nın, maliye politikalarını koordineli hale getirip daha sıkı yakın takip edilebilmesini sağla yan ve ‘erken uyarı’ sinyali veren bir gözetim sistemi kurması gerekiyor. Ayrıca ihtiyaç durumunda ülkelere fon sağlanması için daha kurumsal bir yapı oluşturulmalı. Avrupa Para Fonu adı altında bir oluşum bu iki ihtiyaca da cevap verebilir. Diğer taraftan, Yunanistan, uzatılan bu eli iyi değerlendirmeli, desteğin tek başına krizden çıkmaya yetmeyeceği ni bilmekle birlikte, piyasaya doğru sinyalleri  vererek ve gerekli ekonomik politika önlemleri alarak krizden çıkma şansını yakalamalı.
[Radikal Gazetesi][14 Nisan 2010]

05 Nisan 2010

TÜFE düşecek ‘çekirdek’ yükselecek [Erdal SAĞLAM]

BUGÜN açıklanacak olan mart ayı enflasyon endeksleriyle birlikte, yıllık enflasyonun yeniden tek haneye döndüğünü, çok büyük bir ihtimalle göreceğiz.

Ancak tek hanelik enflasyonun kalıcı olmayacağı, önümüzdeki aylarda yeniden çift haneye çıkacağı da gün gibi ortada.
Bugün açıklanacak olan mart ayı TÜFE artışı konusunda, piyasalardaki beklenti yüzde 0.5 civarında. Bu oran gerçekleştiği takdirde, geçen ay sonunda yüzde 10.1’e çıkan yıllık enflasyon, yüzde 9.5 gibi bir orana geri çekilecek yani tek haneye inecek. Görülecek iyileşmenin tümüyle geçen yılın mart ayındaki yüksek enflasyona bağlı olacağı, yani baz etkisi nedeniyle tek haneye geri döneceği, enflasyonun genel seyrinin ise bu kadar olumlu olmadığı ise açık.

Bu tahminler Merkez Bankası tarafından da bir süredir dile getiriliyor. Merkez Bankası mart ayından sonra enflasyonun yeniden çift haneye çıkacağını, yılın son çeyreğinde belki tek haneye geri dönüp, asıl enflasyon hedeflerine ise 2011’in ilk çeyreğinde oturacağı tahminini, önceki bültenlerinde açıklamıştı.

Merkez Bankası’nın, faiz kararlarında da önemli rol oynayan, çekirdek enflasyon konusunda tedirgin olduğu, piyasalar tarafından biliniyor. Piyasaların da beklentisi yıllık TÜFE artışı yeniden tek haneye dönerken, çekirdek enflasyonda artış eğilimi görülmesi. Dolayısıyla piyasaların bugün açıklanacak olan enflasyon rakamlarına çok fazla sevinemeyeceği anlaşılıyor. Belki ilk açıklandığında, genel iyimser havanın da etkisiyle, piyasalar bugün bu rakamı abartılı biçimde algılayabilir. Ancak daha sonra detaylar incelendiğinde piyasalardaki enflasyon iyimserliğinin korunacağını pek tahmin etmiyoruz.
EKONOMİ YORUMLARINA TEPKİ

Bu arada yarın açıklanacak olan endekslerde, son dönemde hızlı artış gösteren enflasyonun, genel fiyatlama eğilimlerini değiştirip değiştirmediğine de yakından bakılacak. Yani gıda fiyatları ve vergileme nedeniyle hızlı artan enflasyonun diğer sektörlerdeki fiyatlama davranışlarını bozup bozmadığı endekslerde aranmaya çalışacak. Bu da çekirdek enflasyon gibi, önümüzdeki dönem enflasyon eğilimini kestirmek açısından önemli bir ipucu olacak.

Özetle; enflasyon için bugün açıklanacak olan endeksler, artışa geçen enflasyonun önümüzdeki dönem nasıl bir seyir izleyeceğinin ipuçlarını vermesi açısından çok önemli olacak. Öyle anlaşılıyor ki, enflasyonda artış trendine girdik ve bugün açıklanacak olumlu rakamlar bu seyri değiştirmeyecek. Ancak ne kadar artacağı, faiz kararları başta olmak üzere, dengeleri nasıl etkileyeceği konusunda ise önümüzdeki aylara da bakmak gerekecek.

Piyasaların bu temkinli tutumuna karşılık hükümet, son büyüme rakamlarında olduğu gibi, bence bugün açıklanacak enflasyon verilerini de abartılı biçimde sunup, propaganda malzemesi yapmaya çalışacaktır.

Başbakan Yardımcısı Ali Babacan bu tür fırsatları kullanıp birden TV’lere çıkmaya başlıyor ama Babacan’ın yine de temkinli davrandığı, genel gidişat için beklemek gerektiğini söylediğine şahit oluyoruz. Yani kullanıyor ama abartılı biçimde kullanmıyor, sağduyuyu pek elden bırakmıyor.
Ama Başbakan Tayyip Erdoğan, anayasa değişikliği tartışmalarının da verdiği gazla, ekonomiye ilişkin rakamları çok abartılı kullanabiliyor. Bunun da ötesinde uzun zamandır pek sesini çıkarmadığı eleştirel ekonomi yorumlarına karşı yine sertleşmeye başladı. Son büyüme rakamları için yapılan “2009’da Yunanistan’dan bile kötü bir oranda ekonomimiz küçüldü” gibi, somut bir veriye dayalı yorumlara bile konuşmalarında “Olmaz böyle bir şey” diye yer verip, kızmaya, bu yorumları yazanları ülkesini sevmemekle suçlamaya başladı.

Ekonomiyi bozan da ve siyasette çatışma çıkaran da gazetecilermiş gibi... 

[Hürriyet Gazetesi] [05 Nisan 2010]