30 Ekim 2009

Beyinsel travma [Tufan TÜRENÇ]

KEMAL Derviş uluslararası bir toplantıda Bill Clinton’a şu soruyu sorar: “Sayın Başkan, halefiniz Bush önce Afganistan’a sonra da Irak’a saldırdı. Sizce hangi mantıkla yaptı bunları? Amerikan toplumu buna nasıl izin verdi?”
Clinton hafifçe gülümser, sonra da kısa ama anlamlı bir yanıt verir:
“11 Eylül saldırısı Amerika’yı bir beyin travmasına sürükledi. Mantık filan kalmadı.”
Son yıllarda Türkiye de böyle bir beyin travması yaşıyor.
Politikacılar, bireyler, aydınlar, yazar-çizerler, düşünürler, bilim adamları, bürokratlar ve en önemlisi kurumlar tam bir ayrım içine girdiler.
Sürekli kavga ediyorlar.
Türkiye’de mantık ve sağduyu işlemez oldu.
* * *
Ne oldu, Ermeni açılımı?
Ya da Kürt veya demokratik açılım...
Hani tarih yazmıyorduk, tarih yapıyorduk.
Hani tarihi dev adımlar atıyorduk.
Bir ıslak imza belgesi hepsini, hepsini unutturdu.
Şimdi gereğini yapacağımıza, akılla, mantıkla bu ciddi sorunu çözeceğimize birbirimizi suçlayıp duruyoruz.
İşi, Silahlı Kuvvetler’in tasfiyesine kadar götürenler bile var.
Görüntü tam bir beyin travması geçirdiğimizi ortaya koyuyor.
Nedir bu yok etme telaşı ve aceleciliği, bu önyargı, bu kin, bu nefret? Kimse soruşturmanın sonucunu bekleme sabrını bile gösteremiyor.
* * *
Bakın hiç kimse, ama hiç kimse Dünya Ekonomik Forumu tarafından açıklanan “2009 Küresel Toplumsal Cinsiyet Eşitsizliği Endeksi”nin ortaya koyduğu acı gerçeği önemsemiyor.
Bu endekse göre Türkiye kadın-erkek eşitliği bakımından 134 ülke arasında 129’uncu oldu.
Oysa çok değil bir yıl önce 123’üncüydük.
Türkiye’de kadınlar ülke kaynaklarından eşit yararlanma, eğitim, sağlık hakkı, politikada temsil, ekonomik güce sahip olma gibi ölçütlere göre yapılan sıralamada İranlı ve Mısırlı kadınların bile gerisinde.
Atatürk’ün uygar ülkeler düzeyine çıkma hedefinden ne kadar uzaklardayız.
Bu sonuçlar üzücü ve utandırıcı. Ama kimin umurunda?
* * *
Geçtiğimiz hafta İstanbul Kültür Üniversitesi’nde düzenlenen bir tartışma toplantısında medya-yargı ilişkileri irdelendi.
Alman konuşmacılar da vardı.
Toplantıda yaşadığımız bazı gerçekleri utana sıkıla anlatmak zorunda kaldık.
Ergenekon’dan, içerdeki gazeteci, yazar ve bilim adamlarından söz ettik.
Bazı somut örnekler verdik.
Benden sonra konuşan Alman meslektaş Heika Borufka bana dönüp şunları söyledi:
“Meslektaşımın anlattıklarını dinledikten sonra kısa konuşacağım. Çünkü burada anlatılanlar benim ülkem Almanya ile örtüşmüyor. Gazetecilerin hapse atılması bizde olmaz. Basın özgürlüğü de benim memleketimdeki gibi değil. Bizde polis doğru bilgi verir.”
Son bir üzücü ve utandırıcı bilgi daha...
Paris merkezli Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü’nün hazırladığı 2009 basın özgürlüğü raporuna göre Türkiye 175 ülke arasında 122’nci sırada yer aldı.
Türkiye geçen yıla göre 20 sıra geriledi ve Gana, Trinidat Tobago, Mali, Namibya, Guyana, Surinam, Papua Yeni Gine, Burkina Faso, Haiti, Kongo ve Kamerun gibi ülkelerin gerisinde kaldı.
[Hürriyet Gazetesi] [30 Ekim 2009]

27 Ekim 2009

Havada Kalmaz [Murat BİRSEL]

Türk HavaYolları İstanbul Bodrum seferi, bundan yıllar evvel...
Yaz ortası bir gece uçuşu. Hiç sarsıntı yok, öyle ki parayı yere dik koyacak olan düşmez diye iddiaya girebilirsin.
Yanımda bir kaptan pilot oturuyor, saçlar beyazlamış, belli ki tecrübeli; laflıyoruz...
Bir ara sanki uçağın bütün motorları durdu gibi oldu, hiç ses gelmiyor.
Nefis bir his.
Ama planörde değiliz biz!
Kaptan aklımdan geçen endişe bulutunun gölgesini yüzümde okumuş olacak ki, babacan bir tavırla -artık her uçağa bindiğimde aklıma gelen- şu cümleyi söyledi:
- Merak etme Murat hiç bir uçak sonsuza dek havada kalmamıştır!
Şimdi Türkiye uçağının kaptan pilotunun da -böyle tok- bir ifadeyle halihazır durumu ve önümüzdeki dönemi nasıl değerlendirdiğini söylemesi gerek:
Bu açılım havada kalamaz!

Uçak daha yeni kalktı. Kolay da olmadı, kuleden izin çıktı, uçuş planı yapıldı, pistte hızlanıldı ve Türkiye’nin uçacağı irtifaya doğru tırmanış başladı.
Yani tam kemerler bağlı, kımıldamadan yerinde oturma zamanı!
Ama böyle bir anda uçakta ayağa kalkıp da aklına estiği gibi dolaşmaya başlarsan... Sadece kendi başını gözünü yarmayı değil sakin sakin oturan tecrübeli yolcuları da yaralamayı “becerebilirsin”!
Uçağı mecburi iniş yapma durumunda bırakmayı da “becerebilirsin”!
Gerçi depoları yakıt dolu uçağın kalkıştan hemen sonra mecburi inişi, pek öyle dağdan inişe benzemez.
Onun için bir anons şart!
Paniklememek, soğukkanlılığı elden bırakmamak ve o yolcuları medeniyete davet edip uçağın yoluna devam etmesini sağlamak asıl öncelik olsa gerek.

Halihazır manzaraya bakılacak olursa, herkes cep telefonlarını çıkardı, konuşuyor. Basına kaçırıldık diye demeç veren de var, ailesiyle vedalaşan da var, şoförünü ha vaalanına geri çağıran da!
Hem yolcuların hem de uçağın kontrol sisteminin kafasını karıştıran bu tehlike ortamında hosteslerin devreye girmesi ile yetinmek mümkün değildir.
Yolcuları ancak kaptan pilotun kokpitten mikrofonu açtığında çıkan o çınlamayı duymak ve o kaptanlara has tonlamayla konuşmasını dinlemek yatıştıracak.
Kaptan pilot istediği kadar tecrübeli, her türlü hava şartlarında kendi ispat etmiş, olsun bu anons çok kritik...
Ve pilotun yolculara ne diyeceği elbette önemli ama daha da önemlisi nasıl diyeceği.
Asıl tonlamayı, sesteki güveni algılayacak yolcular.
Bu anlamda hiçbir şüpheye yer vermeyecek kadar kararlı seslendirilmeli vatandaşa anlatılacak olanlar.

Uçuş ne kadar sürer, nerede biter onu bilemiyorum ama Türk Hava Yolları’nın geleneksel varış anonsu “Hoşgeldiniz” der ve hep beraber uçmayı temenni eder!
[Star Gazetesi] [26 Ekim 2009]

26 Ekim 2009

Hazine faizinde kaçınılmaz yükseliş [Erdal SAĞLAM]

GEÇEN hafta sonu yaşanan faiz hareketi bir kez daha gösterdi ki; eğer IMF anlaşması olmazsa, faizlerin bu seviyelerinden yukarılara doğru gitmesi artık kaçınılmaz. Zaten kaçınılmaz olan yükseliş hareketi bence biraz gecikmeyle, geçen hafta başlamış oldu.


Geçen hafta yapılan, Hazine kağıdında önemli alıcı bankalardan oluşan, piyasa yapıcıları toplantısından sonra faizlerin yukarı doğru harekete geçmesi, ya piyasa oyuncularından bazılarının işlerini iyi yapmadıklarını yani verilere bakmadıklarını, ya da artık “iyiyi satın almanın sonuna gelinmeye başladığını” gösteriyor. Çünkü o toplantıda Hazine ve Merkez Bankası yöneticilerinin söyledikleri, yükselişe neden olduğu söylenen, yeniden borçlanma oranının yüzde 100-105 arasında olacağı zaten biliniyordu. Eğer gerçekten birileri bunu yeni öğrenip de harekete geçtilerse, bence işlerini pek iyi yapmadılar demektir.


Merkez Bankası’ndan yapılan fonlamanın faiziyle Hazine kağıtları faizleri arasındaki farkın azaldığı, dolayısıyla Merkez’den para alıp Hazine kağıdına yatırmanın artık cazip olmaktan çıktığını biliyorduk ve defalarca yazdık. Orta Vadeli Program (OVP) ve 2010 bütçesiyle birlikte yeni yılda borçlanma oranının yüksek olacağı da zaten apaçık ortadaydı. Yani piyasa yapıcıları toplantısında yeni öğrenilen bir şey yoktu ki...


Ancak şimdi, faiz düşüşünde sona gelindiğini, Hazine faizlerinin cazip olmaktan çıktığını, Hazine’nin 2010 yılında ödediğinden fazla borçlanacağının anlaşıldığı, bu nedenle faizlerin yükselişe geçtiği söylemeye başlandı.


Merkez Bankası artık yarım puanlık indirimlerin sonuna gelindiğinin, birkaç ay daha çeyrek puanlık indirimlerle yetinilip daha sonra durulacağının mesajını, son Para Politikası Kurulu notlarıyla açık biçimde verdi. Aradaki yüzde 1-1.5’lik farkla, 20 aydan uzun süreli Hazine kağıdı almanın artık, sizce cazibesi kalmış olabilir mi? Kalmadığı çok önceden belliydi ve işini iyi yapan bankacılar zaten son birkaç aydır bunu görüp pozisyonlarını değiştirmeye başladılar. O nedenle son toplantıdan sonra harekete geçenler varsa, bence onların sorunu.

HARCAYACAKSANIZ PARA BULUN


Özetle; eğer para harcayacaksanız, gelirinizden fazla harcamaya devam etmek istiyorsanız, bunun karşılığını bulmak zorundasınız. IMF’den gelecek para gibi ucuz, uzun vadeli, yüklü blok bir kaynağı bulamıyorsanız, içeriden aldığınız borcun miktarını artırmak zorunda kalırsınız. Öyle olunca da bedelini ödersiniz, yani borç aldığınız paranın faizi yükselir.


Bu gerçeği herhalde ilkönce IMF anlaşmasına direnen Başbakan Tayyip Erdoğan’ın görmesi gerekiyor. Kendisi ekonominin gidişatını görmek için analizlere bakmadığını söylemiş ama bunlar analiz de değil, somut rakamlar...


Hazine bundan sonra harcayacağı parayı karşılamak için daha yüksek faizi göze almak zorunda. Son yıllarda azalttığı, enflasyona veya dövize endeksli kağıtların toplam borç içindeki payını yeniden yükseltmek, yani sabit faiz cazip olmadığı için daha fazla endeksli kağıt çıkarmak zorunda da kalacak.

Sorun sadece bununla da bitmiyor. Bankaların Hazine kağıdı almayıp kredi vermeyi artırmaları için de ekonominin canlanması yani bankaların verecekleri kredilerin batmaması gerekiyor. Şimdi bence bankacılık sektörünün önündeki en önemli sorunlardan biri bu; kredi yarışına girecekler ve bu kapsamda riskli alanlara da borç vermek zorunda kalacaklar...


Ekonomi yönetimi borçlanmanın yanısıra, bankaların riskli kredileri nedeniyle, bir yıl sonra zor duruma düşüp düşmeyeceklerini de, şimdiden düşünmek zorunda dır.


Özetle; IMF anlaşması olmazsa hem Hazine’nin, hem bankaların işi yeni yılda çok zor...


Bu anlaşmaya direnen Başbakan’ın artık analizlere değilse de, verilere bakması gerek.
[Hürriyet Gazetesi] [26 Ekim 2009]

22 Ekim 2009

Piyasalar Tam Gaz, Umarım Kaza Olmaz [Erdal SAĞLAM]

KÜRESEL piyasalar belli ki iyiyi satın almaya kararlı.

Son günlerde yeniden risk iştahının arttığı gözlenirken, buna bağlı olarak dolar değer kaybetmeye, petrol ve altın fiyatları da yükselmeye devam ediyor.

Son olarak FED Başkanı Bernanke'nin daha uzun süre faizlerin bu seviyede gideceğini söylemesi, bu trendi iyice güçlendirdi. ABD belli ki doların değerinin düşük seyretmesini istiyor, rekabet gücünü bu yolla artırmaya çalışıyor. Ancak Avrupa'nın özellikle Almanya gibi ihracatçı ülkelerin buna ne tepki vereceğini bence iyi takip etmek gerekecek. Çünkü bu gelişme onların aleyhine...Piyasalardaki iyi gidişte JP Morgan ve İntel'in kar rakamları da etkili oldu. Ancak biliyoruz ki, krizde zaten en sağlam mali kurum olan JP Morgan'ın karı diğer mali kuruluşları tam olarak yansıtmayacak. O nedenle yakında mali kurumlardan gelebilecek kötü rakamlar bu gidişatı bir miktar sekteye uğratabilir.Öyle ya da böyle, küresel piyasaların en azından yılbaşına kadar olumluyu satın almaya kararlı olduğu bir gerçek. Yani mali kurumlardan ya da başka yerlerden gelecek kötü haberler de bu gidişle piyasaların havasını bozacağa benzemiyor.
NEREYE KADAR GİDECEK
Peki, bu trendin dayanağı sağlam mı ve nereye kadar gidecek?Piyasadaki oyuncuların çoğu son trendin reel verilere dayanmadığını, illüzyon havasının devam ettiğini düşünüyor. Ancak böyle düşünseler de, kimse kendini bu trendden ayrı düşünmüyor, trende göre davranmaya devam ediyorlar.Piyasa oyuncuları yılsonu bilançolarının iyi gösterilmesi için bu çabanın devam edeceğini düşünüyorlar. Bu trend herkes için iyi olduğu için devam ettiriliyor. Öyle ya; bir yandan şirketler, olumlu gidişatta zarar rakamlarını daha düşük gösterme imkanı buluyor, daha iyi kar yazabiliyorlar. Bu kurumların yöneticileri de yılsonunda yazacakları kar üzerinden alacakları bonus miktarlarını artırıyorlar. Dolayısıyla, şimdilik, bir sonraki yılı düşünen pek yok.

HALK HİSSE SENEDİNE GİRİNCE...
Bir süredir hisse senedi piyasalarında yaşanan artış konusunda , “Halk yani küçük tasarrufçu girmedi, mali kurumlar kendi kendine piyasayı yükseltip, halkın girmesini bekliyorlar” yorumları yapılıyordu.Son günlerde aldığımız izlenim, hisse senedi piyasalarındaki yükseliş devam edince küçük yatırımcının da bu cazibeye kapılmaya başladığı yönünde. Son haftada küçük yatırımcıların da hisse senedi piyasalarına girdiği söyleniyor.Bence küçük yatırımcının çok dikkatli olması lazım. Büyük oyuncular, mali kurumlar, bir süredir şişirdikleri hisse senedi piyasalarında kar realizasyonuna girebilirler. Yani buradan elde edecekleri karları realize ederken fatura küçük yatırımcıya çıkabilir. Bu nedenle küçük tasarruf sahiplerinin bu düzeye çıkmış hisse senedi piyasalarına girerken bence çok dikkatli olmaları gerekiyor.
KRİZ ÖNCESİ TRENDLER
Özetle; piyasalar bence olduğundan çok daha iyi gösteriliyor ve yaratılan illüzyon devam ettirilerek zararlar azaltılmaya, krizin faturası küçültülmeye çalışılıyor. Halk harcamaya başlamadığı takdirde bu trendin böyle ilelebet sürmesi beklenmemeli. Halkın hala harcamakta çekingen davrandığı kesin.Piyasalara baktığımızda geçen yılki, kriz öncesi trendleri görmeye başlamamız pek hayra alamet gibi gözükmüyor. Bu trendin, ayakları yere basmadığı sürece ilelebet böyle sürmeyeceği, bir yerde kesileceği ise açık...Ne zaman kesileceğini gören ise zaten çok büyük karlar elde edecek. Bu karların karşılığı birilerinin de zarar etmesi gerektiğini ise unutmamak gerek.
[Hürriyet Gazetesi] [15 Ekim]

Hadi gelin MR'ınızı çekeyim... [Yılmaz ÖZDİL]

Kimmiş bu gelen teröristler? “Barış” grubu.
Sen kimsin bu durumda?“Savaş” grubu.

*
“Demokrasi, özgürlük, barış, empati, uzlaşı, kültür, hoşgörü, etik, insan hakları” gibi saygın kavramları, seni susturmak için, sana karşı kullanıyorlar.

*
“Kara propaganda”dır bu.

*
Terörün silahsız olanı.

*
Cephanesi, hile, iftira, entrika, fitne, nifak, dedikodu ve rivayettir... Maske takar. Yalanı, gerçek gibi anlatır. Ajanı, aydın diye ambalajlar. Yorum üfler, manşet pompalar. Biat edeni yüceltir, itaat edeni alkışlar. Varolmayanı, varmış gibi gösterir. Saptırır... “Bu açılımın içinde ne var?” diye sor mesela... “Analar ağlasın mı istiyorsun?” diye kontra sorar. Dağa çıkan sendin çünkü! Hayatında kırmızı ışıkta bile geçmediğin halde, anaları ağlatan sanki senmişsin gibi suçlanırsın, utanırsın, susarsın.

*
At izi, it izine karışır böylece.
*
Ve, muhtemelen...
Endişelisin bu yüzden.
Moralin bozuk.
Mutsuzsun.
Böbreğinde taş varmış gibi, kıvranıyor beynindeki düşünceler... Aklın karışık, zihnin bulanık, vicdanın sancılı... Devlete inancın sarsıldı. Güvenini kaybettin. Geçenlerde, o arkadaş ortamında, öyle düşünmediğin halde, öyle düşünüyormuş gibi yaptın, hâlâ için içini yiyor. Irkçı filan diye yaftalanmaktan korktuğun için, fikirlerini özgürce ifade edemiyorsun. Kendini yalnız hissediyorsun, “Bi tek ben aksini düşünüyorum herhalde” diyorsun. Son zamanlarda sık sık “Acaba ben mi yanlış düşünüyorum” duygusuna kapılıyorsun. Ramak kaldı... Sürüye katılmak üzeresin.

*

Çünkü... Bir türlü açamadıkları açılımın önünde tek engel var.

*
Sana PKK'lıların teslim olduğunu söylüyorlar ama, aslında senin tıpış tıpış teslim olmanı bekliyorlar.
[Hürriyet Gazetesi] [21Ekim2009]