Anadolu Üniversitesi Sivil Havacılık YO.
25 Aralık 2009
Zor Dönemde Beğenilme Formülleri [Özlem AYDIN]
24 Aralık 2009
İktisat tartışmaları [Korkmaz İLKORUR]
- Birincisi, erkene alınmazsa 2011’de genel seçim var. Ayrıca izleyecek yılda da cumhurbaşkanlığı seçimi yapılacak. 2007’deki seçim ortamı politik kutuplaşmayı artırmıştı. Kutuplaşma ekonomiye yaramıyor. Ekonomik birimler daha tedirgin oluyor; uzun dönemli planlarını erteliyorlar. Dolayısıyla talep normalde artacağı hızla artmıyor. Öte yandan, böyle bir ortamda yapısal reformlar ile uğraşılmıyor. Reformlar bir tarafa, kısa vadeli ekonomik politikaların tasarlanmasına bile yeteri kadar zaman ayrılmıyor.
- İkinci nedenim ise ekonomik. Bu nedeni açabilmek için 2010 öngörülerimin arkasındaki nedenlere geri dönmem gerekiyor. Çeşitli senaryolar altında önümüzdeki yıla ilişkin büyüme ve işsizlik tahminlerini kasım ortasından itibaren bir dizi yazı ile verdim. Temel senaryoda büyüme hızı yüzde 3.8 4.9 arasında bir yerde çıkıyordu. Bu büyümenin üç temel belirleyicisi olacak: Bunların ilki ‘matematiksel’ bir unsur; 2010 büyüme hızını hesaplarken yaptığımız basit bölme işleminin paydasında yer alan 2009 milli gelirimizin çok düşük bir düzeyde olmasından kaynaklanıyor. Bu durumda 2010’da azıcık bir kıpırdanma bile, 2010’da büyümüşüz gibi hissettirecek bize. Peki, ‘kıpırdanma’ nasıl gerçekleşecek? Dış unsurlar bu açıdan belirleyici olacak. Dolayısıyla geriye kalan iki unsur dış koşullara ilişkin: Dış talep ihracatımızı şekillendirecek. Dışarıdan bulacağımız kaynak miktarına bağlı olarak şirketlerimizin üretim ve yatırım yapma kapasiteleri az ya da çok sınırlanacak.Dolayısıyla, büyük ölçüde dış unsurlara bağlı bir büyüme bekliyor bizi 2010’da. Elbette yurtiçindeki bankaların kredi açma davranışları, kamu kesiminin bütçesindeki gelişmeler ve ekonomiye duyulan güvendeki değişiklikler de etkileyecek 2010 büyümesini ve işsizlik oranını. Ancak, bunlar hem dışsal unsurlara göre arka planda kalacaklar, hem de kendileri bizatihi dışsal unsurlardaki gelişmeler tarafından şekillenecekler.Kısacası, 2010 açısından ekonomi politikası anlamında ‘pasif’ bir durum söz konusu. Daha çok 2007’den başlayarak 2009 sonuna doğru giderek artan bütçe açığını tekrar makul düzeylere çekmeye çalışacağız. Bu anlamda bir ‘pasiflik’ konusu değil. Ama bunun 2001 sonrasında olduğu gibi güveni artırarak ertelenmiş talebi devreye sokması ve büyümemizi hızlandırması beklenmez.
2010’daki büyümenin 2011’de artarak sürmesi için yeni bir ‘hikâyemiz’ olması gerekiyor.Bütçe disiplinini yeniden oluşturmak elbette zorunlu; ama bu o gereksindiğimiz hikâye değil. Hikâyenin sadece bir parçası. Hikâyenin asıl kısmı olmadığı için ekonomi politikası anlamında ‘pasif’ durumdayız. Peki, hikâyenin asıl kısmında neler olabilir?
- Öncelikle yaklaşan seçimler de dikkate alınarak, bütçe disiplininin bozulmayacağı güvence altına alınmalı. Orta vadeli mali kural ve bu kurala ilişkin yasal bir uygulama çerçevesi gerekiyor. Bu birincisi. Odaklanmış bir yeni yapısal reform atağı gerekiyor. Türkiye’nin bu kadar düşük vergi geliri ile bir üst lige çıkması mümkün değil.
- Vergi oranlarını yükseltmeden vergi gelirini artırıcı ve hiç olmazsa AB ortalamasına yaklaştıran bir reforma ihtiyaç var. Elbette bugünden yarına olmayacak, ama şimdiden hazırlıklara başlamak ve bu hazırlıkları kamuoyuna açıklamak gerekiyor. Bu ikincisi.Özellikle yoksullara daha çok gelir transferi yapmaya izin veren bir düzenleme üzerinde çalışılmalı.
- Bu transferi gelişigüzel değil de ekonomi açısından ileride yarar getirecek şekilde gerçekleştirecek bir mekanizmaya ihtiyaç var. Çocuklarını okula gönderme koşulu, ya da beceri düzeylerini artırıcı kurslara kadınların katılmaları koşulu gibi koşullu mekanizmalar tasarlanabilir. Bu üçüncüsü.
- Büyüme hızımızı dış talep koşullarına daha az duyarlı hale getirecek bir yeni yapı tasarlanmalı. Şüphesiz bunun üst başlığı sanayi politikası, ama şimdilik ihracatı destekleyici yeni bir mekanizma da olabilir. Biraz düşünmek gerekiyor. Bu da dördüncüsü.
[Radikal Gazetesi] [24 Aralık 2009]
23 Aralık 2009
Faizi yükselterek enflasyonu düşürme efsanesi-Bilmediği hapı yutan, sonunda hapı yutar. [Ege CANSEN]
22 Aralık 2009
Süperlig [Yılmaz ÖZDİL]
*
Takunya United lider, bunlar ikinci... Aslında, Olimpic Lorke’ydi kulübün adı... Kandil İdmanyurdu’ndan santrfor transfer edip, sezon açılışını Habur’da kurulan seyyar statta yaptılar; sanki UEFA Kupası kazanmış gibi üstü açık otobüsle tur attılar.
*
Bismillah, daha ilk deplasmanda olaylar çıktı; milli takıma kombine bileti olan İzmir seyircisi sahaya indi, maç tatil edildi... Taraf’tar isimli spor gazetesi, “İzmirspor küme düşürülsün, Olimpic Lorke’ye 9 puan verilsin” manşeti attı.
*
FIFA’nın talimatı üzerine fikstürde değişiklik yapıldı, Olimpic Lorke’nin bundan böyle deplasmana gitmemesi, bütün maçlarını evinde oynaması, üç kornerinin bir penaltı sayılması kararlaştırıldı. Fikstür avantajını kullanan Olimpic Lorke, kiralık futbolculardan kurulu Club Liboj’u 21-0 yenerek, averajını düzeltti. Gollerin 18’ini Club Liboj kendi kalesine attı.
*
(Club Liboj’un maçı sattığı iddia edildi... “Bunlar para almış” diye rapor tutan hakem, çete iddiasıyla içeri alındı. Taraf’tar gazetesine demeç veren Club Liboj yöneticileri, “Biz namusumuzla top oynuyoruz, Takunya United’a da 42-0 yenilmiştik, ne var bunda?” dedi.)
*
Dinamo Altıok, her zamanki gibi şampiyonluk parolasıyla başladı. Ancak, bitirici vuruşlarda pek beceriksiz... En son Dersim derbisinde, sol açık Kemal, muz ortaya rövaşata çakayım derken, takım arkadaşı stoper Onur’un burnunu kırdı. Çok kritik üç puan kaybedildi.
*
Sporting Hareket desen, sağ açık Oktay’ın fuleli deparlarına rağmen, sıra takımı görüntüsünde... Maç öncesindeki ısınma hareketlerinde ip atlayarak tribünleri coşturuyorlar ama, kontratak yerine, kapalı defansla, beraberliğe razı bir görüntü çiziyorlar.
*
Bu karambolden faydalanan Olimpic Lorke, taktiği maktiği boşverdi, bol faullü, dan dun futbola başladı... Sahalarımızda görmek istemediğimiz sahneler yaşandı; rakip futbolcuları vurdu, stadı yaktı, soyunma odasının koridoruna mayın döşedi, tribünleri taradı... Neticede, Merkez Hakem Komitesi tarafından ligden atıldı... Buna rağmen, Federasyon Başkanı tarafından “fair play ödülü”ne layık görüldü!
*
E baktılar ki, Federasyon arkalarında... Olimpic Lorke tabelasını indirip, Atletico Lorke tabelasını astılar... Ama bir sorun vardı. Kaleci Ahmet’e yeşil sahalardan men cezası verildiği için, ilk 11 eksik kalmıştı... Aurelio’nun Türk yapılması taktiğiyle, Roberto Carlos’un Kürt yapılıp, kadroya alınması gündeme geldi. Ancak, İmralı’daki teknik direktör, “Ben Fener’den topçu almam, alacaksanız Keita’yı alın” dedi. Uzun pazarlıklar sonucunda, bonservisi elinde olan ve forma giyecek takım arayan amatör Ufuk’un sezon sonuna kadar kiralık oynamasına karar verildi.
Folluk bile olsa, küme düşürülmeyeceği kesinleşen Atletico Lorke’nin, ligi kaçıncı bitirirse bitirsin, Şampiyonlar Ligi’ne katılmasına kesin gözüyle bakılıyor. Bu sene, olmadı öbür sene, lisansı iptal edilen teknik direktörlerinin affedilmesi ve takımın başına geçmesi bekleniyor. Maçları Biji Türk’ten şifreli, yalaka televizyonlardan şifresiz yayınlanıyor.
11 Aralık 2009
Ahali merak ediyor, nerde bu devlet? [Yılmaz ÖZDİL]
*
TBMM Başkanımız İsveç’e gidince, Kayseri Milletvekilimiz Sadık Yakut, dün itibariyle TBMM Başkanımız oldu... E Cumhurbaşkanımız da Arnavutluk’a uçunca, TBMM Başkanımız İsveç’e uçtuğu için TBMM Başkanımız olan Kayseri Milletvekilimiz Sadık Yakut, hem TBMM Başkanlığımıza, hem Cumhurbaşkanlığımıza konmuş oldu.
*
Böylece Kayseri, Çankaya’yı kaptırmamış oldu. Başbakanlık ise, kısmen Manisa’ya geçti... Kısmen, çünkü, Başbakanımız ABD’ye geçip, oradan Meksika’ya geçince, Başbakanlık da Manisa Milletvekilimiz Bülent Arınç’a geçti, ancak, kendisi Manisalı değil.
Bursalı.
*
Washington Büyükelçimiz desen, Washington’da ama, Büyükelçi değil; istifa etti... Tokat’ta 7 askerimiz şehit edilirken de, Tokat Valimiz Tokat Vali’siydi ama, Tokat’ta değildi, İstanbul’daydı.
*
Başbakanımız Meksika’da olduğu için Dışişleri Bakanımızın Meksika’da olması normal, zaten Dışişleri Bakanımız milletvekili bile olmadığı için illa Ankara’da bulunmasının âlemi yok... Ancak, Avrupa Birliği’nden Sorumlu Başmüzakereci Bakanımız Egemen Bağış niye Meksika’da?
*
Hadi diyelim, Meksika, Almanya ile Avusturya arasında bir ülkedir... Peki Mustafa Demir niye Meksika’da? Şimdi diyeceksiniz ki, Mustafa Demir kim? Güzel kardeşim, sen seçmensin, aferin ama, Bayındırlık ve İskân Bakanın kim?
*
Ekonomiden Sorumlu Bakanımız Ali Babacan, Washington’dan Mexico’ya gitmedi, New York’a geçti, üç-beş gün orda... Analar ağlamasın hükümetinin Aileden Sorumlu Bakanı ile Sanayi Bakanımız, sanayisi pek meşhur olan Arnavutluk’ta... Devlet Bakanımız Zafer Çağlayan’ın ise, aslında Arnavutluk’a gitme gibi bir niyeti yoktu, yanlış anlaşılmasın, devleti temsilen devletin başındaki Cumhurbaşkanımıza eşlik ediyor.
*
(Bu arada, Yılmaz Özdil yok.
Japonya’ya gitti.
Yerine ben yazdım, idare edin.
Bild’den Ayla.)
Ekonomi krizden ağır ağır çıkıyor [Bahadır ÖZGÜR]
Türkiye ekonomisi üçüncü çeyrekte, yüzde 3,3 küçüldü. Sanayide kapasite kullanım oranı ise kasımda 2.2 puan azaldı. Veriler, ekonomide daralma sürse de Türkiye'nin kademeli bir toparlanma sürecine girdiğini gösteriyor.
Türkiye ekonomisi, 2009'un üçüncü çeyreğinde geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 3,3 küçüldü. Ekonomide daralma devam etse de yılın ilk 9 ayındaki performans, Türkiye'nin kademeli bir toparlanma sürecine girdiğini gösteriyor. Yılın ilk çeyreğinde daralma yüzde 14,7, ikinci çeyreğinde yüzde 7,9 olmuştu.
Toparlanma işaretleri sektörel bazda da dikkati çekiyor. Nitekim imalat sanayiinde 7.3, ticarette 8.2, ihracatta ise 5.5 puanlık düzelme yaşandı. Üretimin ağır adımlarla canlandığının bir diğer işareti de stok oldu. İlk iki çeyrekte sanayici KDV ve ÖTV indirimlerinin etkisiyle stoklarını tüketti. Üçüncü çeyrekteki stok artışı üretimdeki kıpırdanmayı teyit ediyor. Büyümenin talep kısmında ise özellikle iç talepte henüz etkili bir toparlanma görünmüyor.
İYİ İŞARETLER
1- İmalat sanayiinde ilk iki çeyreğe göre iyiye gidiş hızlandı. Üçüncü çeyrekte 7 puanlık toparlanma var.
2- İlk iki çeyrekte ekside olan stoklar üçüncü çeyrekte artıya geçti. Sanayici üretimi az da olsa artırdı.
3- İhracatta daralma azalıyor. İlk çeyrekte % 11,2, ikinci çeyrekte % 10,1 olan daralma son çeyrekte % 4,6.
KÖTÜ İŞARETLER
1- Hanehalkı tüketiminde toparlanma yavaş. Gıdada bile azalan harcamalar sadece elektrik, su ve gazda arttı.
2- Kamu yatırımı bıçak gibi kesildi. Yatırımda daralma 16 puan arttı. Buna karşılık harcamalar % 8,6 büyüdü.
3- KDV ve ÖTV indirimi ticareti canlandırdı ve 8 puanlık düzelme oldu. Ancak talebe dönük teşvikler kesildi.
Türkiye üçüncü çeyrekte yüzde 3,3 küçüldü. Geçen yıl aynı dönemde ekonomi yüzde 1 büyümüştü. 2008 ile kıyaslandığında ekonomideki daralma hala sürse de, birinci ve ikinci çeyreğe göre kademeli bir canlanmanın işaretleri de güçlendi. Yılın ilk çeyreğinde küçülme yüzde 14,7, ikinci çeyreğinde yüzde 7,9 olmuştu. Üçüncü çeyrekte imalat sanayiinde 7.3, ticarette 8.2, ihracatta 5.5 puanlık toparlanma gerçekleşti. Üretimdeki canlanma stoklara da yansıdı. KDV ve ÖTV'nin etkisiyle yılın ilk yarısında stoktan satış yapan sanayici üçüncü çeyrekte stok biriktirdi. Büyümenin talep ayağı ise hala aksıyor.
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) 2009'un temmuz-ağustos-eylül aylarını kapsayan üçüncü çeyrek büyüme rakamlarını dün açıkladı. Ekonomi geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 3,3 daralırken, Türkiye 9 ayda yüzde 8,4 küçüldü. Ana sektörlerde de daralma devam etti. En fazla küçülme yüzde 18,1 ile inşaatta yaşandı. İnşaat bu performansıyla büyümeyi 0.99 puan aşağı çekti. Büyümeye olumsuz katkı yapan ikinci sektör ise ulaştırma ve haberleşme oldu. Bu sektör 0.95, yüzde 3,9 daralan imalat sanayii 0.85, yüzde 7,2 küçülen ticaret 0.87 puan büyümeyi aşağı çekti. Üçüncü çeyrekte büyümeye olumlu katkı sunan sektörlerin başında yine finans geldi. Finans sektörü yüzde 7,8 büyüme ile ekonomik gelişmeye 0.76 puan katkı sunarken, yüzde 2,7 büyüyen tarımın katkısı ise 0.41 puan oldu.
Ekonomide daralma geriledi
2008'in üçüncü çeyreği ile kıyaslandığında ekonomideki olumsuz tabloya rağmen, kriz dönemi göz önüne alındığında Türkiye ekonomisinin kademeli de olsa bir toparlanma sürecine girdiği görülüyor. İlk çeyrekte yüzde 14,7, ikinci çeyrekte yüzde 7,9 küçülen ekonominin üçüncü çeyrekte biraz daha ivme kazanmasıyla daralma yüzde 3,3'e kadar geriledi. Bu olumlu seyir üretimin ana dinamiği olan sektörlerin performansında da dikkati çekiyor. Özellikle birinci çeyrekte yüzde 26,3, ikinci çeyrekte yüzde 11,2 daralan toptan ticaret ve perakende sektörü üçüncü çeyrekte yüzde 7,2 daralma ile 8.2 puanlık bir düzelme yaşadı. Aynı şekilde bir önceki çeyrekte yüzde 11,2 küçülen imalat sanayiinde 7.3 puanlık toparlanma ile küçülme üçüncü çeyrekte yüzde 3,9'da kaldı. Ulaştırma ve haberleşmede de 5.3 puanlık bir iyileşme görülüyor. Büyümenin üretim ayağında hayal kırıklığı yaşanan sektörlerin başında ise inşaat geliyor. İnşaat sektörü krizin en şiddetli ayları olan ilk çeyrekte yüzde 18,9 daralmış, ikinci çeyrekte bu olumsuz gidişat sürmüş ve daralma yüzde 21,4 gibi rekor bir düzeyde gerçekleşmişti. Tüm sektörlerde önemli bir toparlanma eğilimi başlarken inşaat üçüncü çeyrekte yüzde 18,1 daralarak neredeyse kriz dalgalarının en güçlü dönemindeki kadar küçülmeye uğradı.
Stok artışı dikkat çekti
Üretimde çarkların yavaş da olsa dönmeye başladığının bir başka dikkate değer göstergesi ise stoklarda yaşanıyor. Stoklar 2008'in üçüncü çeyreğine göre az bir artış göstermesine karşın, birinci ve ikinçi çeyrekla kıyaslandığında bir hayli yükseldi. Bu da büyümeye pozitif katkı sunuyor. Yılın ilk çeyreğinde stoklar 1.8 milyar lira azalmıştı. İkinci çeyrekte azalma 994 milyon lirayı bulmuştu. Oysa üçüncü çeyrekte stoklar tekrar artmaya başladı ve 1.3 milyar liraya yükseldi. Yani yılın ilk iki çeyreğinde sanayici krizin şiddetiyle üretmeyip talebi stoklardan karşıladı. Bu stokların erimesinde özellikle iç talebi canlandırmaya yönelik otomotiv, beyaz eşya, mobilya ve elektronikteki ÖTV ve KDV indirimlerinin etkisi oldu. Üçüncü çeyrekte stokları tükenen sanayici üretime geçti ve büyümeye pozitif katkı sunacak stok artışı gerçekleşti.
İç talep hala aksıyor
Büyümenin talep kısmında ise özellikle iç talepte etkili bir toparlanma görülmese de canlanma sinyalleri alınıyor. Geçen yıl yüzde 1,3 azalan iç talebin belirleyici unsuru hanehalkı tüketimi, bu yıl yüzde 0,9 daraldı. Bir önceki çeyrekte vatandaşın tüketimindeki daralma ile yüzde 1,5'ti. Hanehalkının tüketiminin azalması büyümeyi 0.6 puan aşağı çekti. Vatandaşın asıl harcama kalemini vergi indirimlerinin yaşandığı ev aletleri ve mobilya oluşturdu. Dış talep ise ihracattaki artışa paralel olarak olumlu bir seyir izliyor. Nitekim ihracat üçüncü çeyrekte yüzde 4,6 daralmasına karşın, bir önceki çeyreğe göre 5.5 puanlık bir toparlanma görülüyor. Büyümenin harcama kısmında asıl dikkat çekici gelişme yatırımlarda yaşandı. Her ne kadar beklentilerin çok altında bir daralma yaşansa da özellikle doğrudan üretime dönük makine ve teçhizat yatırımlarında iyileşme var. İkinci çeyrekte yüzde 29,4 daralan yatırımlar, üçüncü çeyrekte yüzde 19,4 küçüldü. Dolayısıyla 10 puanlık bir iyileşme söz konusu. Yine de özel yatırımlar büyümeyi 3.5 puanla en fazla aşağı çeken kalem oldu. Makine ve teçhizat yatırımlarında ise yine 10 puanlık bir düzelme görülüyor.
ANALİSTLER NE DEDİ
Fortis Bankası Ekonomisti Nilüfer Sezgin
Daralmanın bir kademe daha hız kestiğini görüyoruz. Vergi teşviki gibi önlemlerin etkisi ile yılın ikinci çeyreğinde özel tüketim harcamalarındaki daralma belirgin şekilde yavaşlamıştı. Bu çeyrekte ise bu kanaldan ek bir iyileşme gelmese de, gecikmeli etkileri ile artık stoklar için de üretimin yapıldığını görüyoruz. Diğer yandan, özel sektör yatırımlarında hala sert düşüş sürüyor.
TALEBİ VERGİ İNDİRİMİ TETİKLEDİ
Oyak Yatırım Ekonomisti Gülay Elif Girgin
Büyümede alt kalemlere bakıldığında sanayi üretiminin beklentilerin altında geldiğini görüyoruz. Üçüncü çeyrekte tarım önemli bir kalem ama ölçülebilmesi çok güç olduğu için yine revizyon bekliyoruz. Sanayi üretimi beklentilerden daha iyi geldiğinde ticaret ve ulaştırma tarafını da etkiliyor. Ulaştırma ve ticaretin iyi performans ortaya koyduğunu söyleyebiliriz. Vergi teşviki stokları eritti ve yeni üretime geçildi.
SON ÇEYREKTE YÜZDE 3 BÜYÜME BEKLENİYOR
Ekim ayında sanayi ve ihracatta yaşanan canlanma ve kasımda kapasite kullanım oranının Kurban bayramının etkisine rağmen yüzde 70,7 ile yüzde 70 sınırının altına düşmemesi, ekonomide dördüncü çeyrekte büyüme beklentilerini artırdı. İyimser ekonomistler dördüncü çeyrekte yüzde 3-3,5 seviyelerinde bir büyüme beklerken, temkinli ekonomistler ise yüzde 0 ile yüzde 1 civarında daralma beklediklerini belirtiyor. Yıllık daralma beklentisi ise yüzde 5,7-6 seviyelerinde değişiyor.
İMALAT
İmalat sanayii her çeyrekte daha iyi performans göstermeyi başardı. İlk çeyrekte yüzde 21,8 daralan imalat sanayii, ikinci çeyrekte 10.6 puanlık iyileşmeyle yüzde 11,2 oranında küçüldü. Üçüncü çeyrekte üretimdeki canlanmayla imalattaki daralma ikinci çeyreğe göre 7.3 puan iyileşerek yüzde 3,9'a geriledi.
DIŞ TİCARET
İhracat her çeyrek daha olumluya gitti. İlk çeyrekteki yüzde 11,2'lik daralma 2. çeyrekte % 10,1'e geriledi. Üçüncü çeyrekte ise 6 puanlık iyileşmeyle daralma % 4,6'ya düştü. İlk çeyrekte yüzde 31 daralarak büyümeye 9.56 puan pozitif katkı sağlayan ithalat ikinci çeyrekte yüzde 20,4, üçüncü çeyrekte % 11,9 azaldı.
TİCARET
İmalat sanayiindeki toparlanma ve vergi indirimlerinin etkisi ticarette de görüldü. İlk çeyrekte yüzde 26,3 daralan ticaret, ikinci çeyrekte yüzde 15,4 küçüldü. Üçüncü çeyrekte ikinci çeyreğe göre 8.2 puanlık iyileşme gösteren ticaretteki daralma yüzde 7,2'ye düştü. Ticaretin daralmaya etkisi de 0.87 puanda kaldı.
YATIRIMLAR
İlk iki çeyrekte yatırımlarda gaza basan kamu üçüncü çeyrekte frene bastı. İlk çeyrekte % 24,5, 2. çeyrekte % 5,4 artan yatırımlar 3. çeyrekte % 10,6 azaldı. Özel sektör yatırımlarındaki daralmanın ise hızı her çeyrekte azaldı. İlk çeyrekte yüzde 33,5, 2. çeyrekte 29,4 azalan yatırımlarda daralma yüzde 19,4'e düştü.
ULAŞTIRMA
Ulaştırma da imalattaki iyileşmeden nasibini aldı. İlk çeyrekte yüzde 17,7 daralan ulaştırma ikinci çeyrekte 5.5 puanlık iyileşmeyle yüzde 12,2, üçüncü çeyrekte 6 puanlık düzelmeyle yüzde 6,9 daraldı. Ulaştırmanın ekonomik büyümeye olumsuz etkisi de üçüncü çeyrekte 0.95 puana kadar geriledi.
SANAYİCİ NASIL DEĞERLENDİRDİ
ASO
NURETTİN ÖZDEBİR
DURUM ÇOK İÇ AÇICI DEĞİL
Ekonomide daralma hız kesti, ancak durumun çok iç açıcı değil. Daralmanın hız kesmesinde ÖTV-KDV indirimleriyle öne çekilen tüketim harcamalarının etkisini de hesaba katmak gerekiyor. İç talepteki daralma halen devam ediyor. Yatırım harcamalarındaki düşüş hız kesmekle birlikte hala çok yüksek seviyede. Yılın son çeyreğinde ÖTV-KDV indirimlerinin sona erdiği ve kamu harcamalarının kısılacağı dikkate alınırsa ekonomideki düzelmenin çok yavaş olacağını söylemek kötümserlik sayılmamalı.
TİM
MEHMET BÜYÜKEKŞİ
BÜYÜMENİN GELECEĞİ İHRACATTA
Daralma süreci büyük bir hızla yavaşlıyor. Ekim ve sonrasındaki ihracat ve üretim verileri, son çeyrekte ekonomide yüzde 1 civarında büyümeye geçilebileceğini gösteriyor. İmalat sanayiinde hızlı bir toparlanma yaşanmadan tam anlamıyla krizi geride bırakmamız zor görünüyor. Ekonomi yüzde 3,3 küçülürken mali sektör yüzde 8 büyüdü ve reel sektörün arkasında gerektiği kadar durmadılar. Ancak iç talep çok cılız, büyümenin geleceği ara malını yurtiçinden tedarik ederek artacak ihracattadır.
MÜSİAD
ÖMER CİHAD VARDAN
KRİZDEN ÇIKIŞ HIZIMIZ YÜKSEK
Veriler bize hızlı bir dibe girişten sonda hızlı bir çıkışın olduğunu gösteriyor. Çıkış hızımız yüksek. Bunun böyle devam etmesi halinde dördüncü çeyrekte sıfır ya da yüzde 1 gibi bir büyüme yakalanabilir. 2010 yılında büyüme ve istihdam artışında umut ışığı yakıldı. Toplamda da küçülme hızında gerileme var. İnşallah yıl sonu hedeflerini yakalayacağız. Üretimde daralma yaşanırken mali sektör büyüdü. Kârları artan mali sektör bunu bir şekilde reel sektöre korkusuzca vermesi gerekiyor.
EBSO
ENDER YORGANCILAR
ÇARKLAR YENİDEN DÖNÜYOR
Piyasadaki stokların erimesi ve aylardan beri durgun olan talebin biraz da olsa canlanmasıyla çarklar yeniden dönmeye başladı. Geçen yılın aynı dönemi krizin en etkili olduğu dönemdi. Bu kötü dönemle bu yılı karşılaştırdığımızda rakam büyük gelebilir. Ancak 2007'ye göre gerideyiz. Toparlanmayla beraber üretimin devam edeceğini, istihdamın artacağını görmek güzel. Sistemin çalıştığını ve piyasa hareketliliğini, şehirlerarası yollarda yük taşıyan araçların arttığını görmek istiyoruz.
MALİYE BAKANI
MEHMET ŞİMŞEK
ASIL ÇIKIŞ 2010'DA OLACAK
Ekonomide dibi mart ayında bulduk. Birinci çeyrek Türk ekonomisinde dibin bulunduğu noktadır. Ondan sonra sürekli göreceli bir iyileşme görülüyor. Son çeyrekle ilgili çok olumlu işaretler var. 1-2 aylık rakamlara bakıp (herşey yolunda büyümeye döndük) demiyorum. Ama dördüncü çeyrekte ekonomide gözle görülür bir iyileşme söz konusu. İhracat artıyor. Aralıkta bu kendini daha iyi gösterecek, kredi hacminde genişleme var, enerji tüketimi artıyor. Ama 2007'ye dönüş bir miktar zaman alacak. Ekonomi 2010 yılının ilk çeyreğinden itibaren çıkışını çok daha güçlü şekilde gösterecek.
ASKON
MUSTAFA KOCA
HÜKÜMET DAHA CESUR OLMALI
Büyümede açıklanacak her rakam geçen yıla göre daha iyi gelecek. Zira krizden çıkış istikametindeki eğri her geçen gün olumlu istikamette seyretmeye devam ediyor. Dördüncü çeyreğin 40 günü de geride bıraktık. Bu aylarda meydana gelen imalat sanayiideki artış dördüncü çeyrekte beklenenin üzerinde bir umut artışına sebep oldu. şimdiden sonraki gelişmeler, gerçekten krizden hızlı çıkışı sağlayıcı nitelikte olmalı. Hükümetten de daha cesur olmasını bekliyoruz. Dördüncü çeyrek artıya geçerse, bu ümitler de iyice sağlamlaşmış olur.
08 Aralık 2009
İklim Konferansı’nda olacaklara dikkat [Yalçın BAYER]
7-18 Aralık tarihleri arasında Kopenhag’da 100 devlet ve hükümet başkanının katılımıyla 199 ülkenin buluşacağı dünya iklim konferansı basın kuruluşlarımızın ilgilenmemesi yüzünden kamuoyunca bilinmemektedir.
Bu konferansta Türkiye’yi Başbakan Erdoğan’la Çevre Bakanı Veysel Eroğlu temsil edecek. Amaç 1997 yılında imzalanan ve süresi 2012 yılında dolacak karbondioksit (CO2) miktarının atmosferde 370 ppm (milyonda bir) indirecek ‘Kyoto Protokolü’ yerine geçecek yeni bir anlaşmanın imzalanmasını sağlamaktır. Dünyadaki küresel ısınmanın, CO2 gazı miktarının atmosferde birikerek, sera etkisi yapmasıyla dünyada sıcaklığın 2-6 derece arttığı teorisinden kaynaklanmaktadır. Dünyada bilim adamlarının % 97’si bu teoriyi kabul etmekte ise de % 3’ü buna inanmamaktadır.
Ben de bu inanmayanlardanım. Çünkü, dünya 28.000 yılda bir ısınıp soğumakta, buzul çağları yaşamakta veya ısınmaktadır. Dünyanın eliptik yörüngesi değişmekte; dünyaya gelen ısı artıp azalmaktadır. Kaldı ki, güneşteki patlamalar fazla ısınmaya sebep olmaktadır. Konuyu kurcalayanlar daha çok hukukçu, politikacı, işadamı gibi kimselerdir. Artık Batı ve Doğu’da bu teoriye inanmayanların sayısı % 50’ye doğru tırmanmaktadır. Çünkü estirilmek istenen, dünya yok oluyor, herkes elinden geleni yapsın havasıdır. Nitekim, ABD 2020 yılında emisyon miktarını % 17, Çin % 30, AB % 30 oranında azaltmaya söz vermişlerdir. Atmosfere en çok CO2 salan ülkeler bu ülkeler olup, demir-çelik, çimento, otomotiv, kimya gibi kirli teknolojileri kalkınan ülkelere çıkarıp, kendileri elektrikli otomobil, rüzgâr ve güneş gibi yeşil enerjiye geçmeyi planlamaktadırlar. Amaç eskiyen Batı’nın, yükselen Çin, Hindistan, Türkiye, Meksika ve Brezilya gibi ülkelerin kalkınmalarını kıskanarak, bu devletlerin kalkınmalarını yavaşlatmaktır. Bu anlaşmayla örneğin siz kömürle çalışan bir elektrik santralı kurmak yerine GSMH’nizin % 1’ini (Türkiye’nin yılda 7 milyar doları) mevcut santrallarınızı yeşil santrallara çevireceksiniz. Bu para nerede? Dünya için gerekli paranın 1 trilyon dolar olduğu hesaplanmaktadır. Böylece bu parayı bir yolla gelişmekte olan ülkelerden almak istemektedirler. ABD Başkanı Obama’nın yeşil teknolojiler söyleminin anlamı budur. Vaziyeti çakan Çin, Hindistan gibi ülkeler, rüzgâr türbinlerini, güneş panellerini üreterek Batılılara rest çekmişler ve onların tesislerini yapmayı önermektedirler. Kaldı ki yeşil enerji denilen rüzgâr, güneş enerjileri teknolojileri henüz emekleme dönemindedir. Ayrıca ‘karbon kotası’ icat ederek petrol, kömür üreten S. Arabistan, Avustralya gibi ülkelerden ton CO2 başına 20 dolar ücret alacaklardır. Tam fırıldak!..
Sonuçta bu konferanstan bir şey çıkacak olmayıp, çevreciler ve politikacılar şov yapacaklardır.
Aslan ÖZMEN-Y. Mühendis
HÜRRİYET GAZETESİ] [08 ARALIK 2009
02 Aralık 2009
Türkiye'de 11.9 milyon yoksul var
Buna göre, Türkiye'de geçen yıl fertlerin yaklaşık yüzde 0,54'ü yani 374 bin kişi sadece gıda harcamalarını içeren açlık sınırının, yüzde 17,11'i yani 11 milyon 933 bin kişi ise gıda ve gıda dışı harcamaları içeren yoksulluk sınırının altında yaşıyor.
Kişi başı günlük harcaması, satınalma gücü paritesine göre 1 doların altında kalan fert bulunmuyor. Buna karşın satınalma gücü paritesine göre kişi başı günlük 2,15 dolar olarak tanımlanan yoksulluk sınırı altında bulunan fert oranı yüzde 0,47. Yoksulluk sınırı 4,3 dolar olduğunda yoksul fert oranı ise yüzde 6,83 olarak tahmin edildi.
Kırsal yerleşim yerlerinde yaşayanlarda 2007 yılında yüzde 34,80 olan yoksulluk oranı 2008 yılında yüzde 34,62'ye, kentsel yerlerde yaşayanların yoksulluk oranı da yüzde 10,36'dan yüzde 9,38'e düştü.
HANEHALKI BÜYÜDÜKÇE YOKSULLUK RİSKİ ARTIYOR
Hanehalkı türüne göre çocuklu çekirdek ailede bulunan fertlerin yoksulluk oranı yüzde 15,42 olurken, çocuksuz çekirdek ailelerdeki fertlerde bu oran yüzde 8,76'ya düşüyor. Ataerkil veya geniş ailelerdeki fertler için yoksulluk oranı ise yüzde 21,79 olarak tahmin edildi. Kentsel yerlerde çocuklu çekirdek ailede yaşayan fertlerin yoksulluk riski yüzde 9,14 iken kırsal yerlerde bu oran yüzde 33,77 oldu.
2008 yılında ücretli-maaşlı çalışanlarda yoksulluk oranı yüzde 5,93 iken, yevmiyeli çalışanlarda bu oran yüzde 28,56, işverenlerde yüzde 1,87, kendi hesabına çalışanlarda yüzde 24,10 ve ücretsiz aile işçisi olanlarda ise yüzde 32,03 oldu.
EN BÜYÜK RİSK TARIMDA
Sanayi sektöründe çalışanlarda 2008 yılında yoksulluk oranı yüzde 9,71 olarak hesaplanırken, bu oran hizmet sektöründe çalışanlarda yüzde 6,82 oldu. 2008 yılında ekonomik olarak aktif olmayan fertlerin yoksulluk oranı yüzde 13,73 iken, iş arayan fertlerin yoksulluk oranı yüzde 17,78 olarak belirlendi.
2008 yılında okur-yazar olmayanlarda yoksulluk oranı yüzde 39,59 olurken, ilkokul mezunlarında bu oran yüzde 13,44, lise ve dengi meslek okulları mezunlarında yüzde 5,64, yüksek okul, fakülte ve üstü mezuniyete sahip fertlerde yüzde 0,71 oldu.
İlköğretime başlamamış olan 6 yaşından küçük çocukların yoksulluk riski ise yüzde 22,53 olarak hesaplandı.
Çalışmada, hanehalkı bütçe araştırması sonuçlarının, en güncel nüfus projeksiyonlarına göre ağırlıklandırıldığı belirtildi. 2009 yılına kadar, sözü edilen nüfus projeksiyonlarının genel nüfus sayımı sonuçlarına dayalı olarak hesaplandığı, 2007 yılında ise Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi'nin (ADNKS) kurulduğu hatırlatıldı.
ADNKS veritabanından elde edilen yaş ve cinsiyet yapısı ile nüfusun yerleşim yerine göre dağılımında nüfus sayımlarına göre önemli dağılım farklılıkları bulunduğu belirtilerek, bu doğrultuda en güncel nüfus bilgilerinin elde edildiği bu sistemdeki bilgiler kullanılarak nüfus projeksiyonlarının üretilmesine başlandığı, ulusal ve bölgesel düzeyde nüfus projeksiyonlarının yenilendiği kaydedildi.
2008 Yoksulluk Çalışması'nda da, 2008 Hanehalkı Bütçe Araştırmasından elde edilen yoksulluk göstergeleriyle yeni nüfus projeksiyonlarına göre revize edilmiş 2007 yoksulluk göstergelerine yer verildi.
01 Aralık 2009
Ekonomi otomatik pilottan çıktı, böyle oldu [Erdal SAĞLAM]
17 Kasım 2009
Rektörden Ata'ya ilginç mektup [Radikal Gazetesi]
11 Kasım 2009
Bir sinek bir kartalı kaldırdı yere çaldı Yalan değil gerçektir ben de gördüm tozunu [Cetin ALTAN]
Sarmış yine ufuklarını çok inatçı bir duman;
10 Kasım 2009
Masal değil ‘yeni hikâye’ lazım bize [Osman ULAGAY]
Eski ‘hikâye’ masal oldu2001 krizinden sonra yazılan ve Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) iktidarı tarafından geliştirilerek uygulanan senaryo ya da ‘hikâye’ 2002-2006 döneminde ekonomimize bir büyüme ivmesi kazandırdı ama tüm veriler, 2006 yılının ikinci çeyreğinden itibaren bu ivmenin sona erdiğini ve düşüşün başladığını gösteriyor.Bu sürecin tutarlı ve ayrıntılı bir analizine henüz rastlamadım ama şöyle bir izlenimim var: 2006 ortasında dıştan gelen mini şokla döviz kurunda yaşanan zıplama ve buna tepki olarak faizlerin yükseltilmesi, özel sektörde yerleşmeye başlayan “Artık her şey iyiye gidiyor, yeni kriz olmaz, önümüz açık” inancını sarstı ve tereddüt yarattı. 2007 yılında cumhurbaşkanlığı seçimi sürecinde tırmanan siyasi belirsizlik de buna katkıda bulundu.AKP, 2007 seçimlerinde ezici bir zafer kazandıktan sonra, zihinlerde beliren tereddütleri giderecek bir yola girseydi ve ekonomi için yeni bir yol haritası ya da ‘hikâye’ ortaya koyabilseydi belki sonuç farklı olabilirdi ama bu yapılamadı. Tersine aşınmış olan eski ‘hikâye’nin bir masal gibi anlatılmasıyla yetinildi. 2008 krizi patlayınca da bu kez “Bu kriz bizim krizimiz değil, bizi teğet geçecek” masalı anlatılmaya başlandı. Bu süreçte hükümetin inandırıcılığı sıfıra indi ve Türkiye krizden en ağır etkilenen ülkelerden biri oldu. Şu anda gelinen noktada eski ‘hikâye’den ayakta kalan bir şey de kalmamış durumda. Mali disiplin hayal oldu, IMF çapası çöplükte duruyor, AB çapasına inanan kalmadı. Yeni ‘hikâye’ olmadan başarı olanaksız. Bunun nasıl bir ‘hikâye’ olabileceğini bir başka yazıda ele alacağım.
Krizde neden darbe yedik?Türkiye’nin küresel krizden en ağır darbe yiyen ülkelerden biri olması gerekmiyordu aslında. Banka sistemimiz sorunlu değildi, “toksik” kâğıtlara bulaşmış değildik, konut balonumuz yoktu, hane halkımız dünya standartlarına göre fazla borçlu değildi, ihracatın ekonomimizdeki ağırlığı çok fazla değildi ama krizde en derin küçülmeyi yaşayan ekonomilerden biri olduk.Bunun nedenini merak edenler Hesap Uzmanı Onur Elele tarafından hazırlanan ve Vergi Konseyi tarafından yayınlanan Küresel Kriz ve Türkiye başlıklı kitapçığa bakabilirler. Küresel krizin tırmanış sürecinde, 2008’in eylül ayı ile 2009’un eylül ayı arasında kalan dönemde dünyada ve Türkiye’de alınan ve alınamayan önlemleri tek tek özetleyen, bir kriz güncesi niteliğindeki bu kitapçığa bakınca Türkiye’nin neden ağır darbe yediği daha iyi anlaşılabiliyor.
07 Kasım 2009
Milli gelir bu yıl 1625 dolar az olacak [CNBC-e]
2009 Yılı Programında bu yıl 14 bin 761 doları bulacağı tahmin edilen Satınalma gücü paritesine (SGP) göre kişi başına gelir, küresel krizin etkisiyle 2010 Programına göre, 2009'da bu rakamın 1625 altında, 13 bin 136 dolar düzeyinde gerçekleşeceği tahmininde bulunuldu.
SGP'ye göre, kişi başına milli gelirin 2010 yılı sonunda ise 13 bin 647 dolara yükseleceği tahmin ediliyor.
2010 Programına göre yıl ortası nüfusu ise bu yıl 71 milyon 897 bin, gelecek yıl da 72 milyon 698 bin olacak.
06 Kasım 2009
Varlık balonu patlar, dolar yüzde 20 artar [CNBC-e]
CNBC'nin yayınına katılan Roubini, carry trade ile oluşan balonların tüm dünyayı sardığına dikkat çekti.
Roubini, "Fed henüz tahvil alım programını tamamlamadı, faizleri de uzun süre düşük tutacak. Bu da, carry trade'in uzadıkça uzayacağı anlamına geliyor. Klasik carry trade'de dolar cinsinden borçlanır, Türkiye,Brezilya, Avustralya gibi faizi daha yüksek ülkelerin para birimleri ve varlıklarına yönelirdiniz. Şimdi ise, işin içine petrol, enerji, emtia ve küresel ekonomideki tüm riskli varlık sınıfları dahil oldu. Mart'tan bu yana, küresel anlamda senkronize bir balon oluşuyor. Bu defa balon sadece ABD'nin değil, tüm dünyanın balonu" dedi.
Roubini şöyle konuştu: "Dolar ufak bir düzeltme yaptı, ama Mart'tan bu yana düşme trendini koruyor. Şimdi değil, ama 6 ay ila 1 yıl zarfında carry trade tersine dönecek. Dolar, zamanında yende olduğu gibi ani bir şekilde fırlayacak. Ancak, doların yükselmesi yüzde 2-3 değil, yüzde 15-20 olacak. Böylece varlık balonu patlayacak. Balon ne kadar büyükse, patlama da o kadar büyük olur."
Roubini, carry trade'in sona ermesiyle yaşanacak paniğin, sadece kendisinin endişesi olmadığını söyledi ve ekledi: "Piyasa "V" şeklinde bir toparlanma fiyatlandırıyor. Eğer "U veya "W" şeklinde bir toparlanma olursa, ki işsizlik yüksek olduğundan ben "U" diye öngörüyorum; riskten kaçış geçen yıl olduğu gibi dolar alımını hızlandırır. Dolar değerlenmeye başlayınca herkes aynı anda riskli varlıklardan çıkmak konusunda acele edecek. Bu endişe sadece bana değil, tüm merkez bankalarına ait."
PETROLÜN 100 DOLARA ÇIKMASI ZARAR VERİR
02 Kasım 2009
Eksen kayması değil, vizyon icabı...[Ceyda Karan]
Türkiye, yapısal sorunlarına (Kürt meselesi, devletin demokratikleştirilmesi sürecinde orduyla yaşanan gerilimler) karşın, nüfus ve toprak bütünlüğü, jeostratejik konumu, ekonomik potansiyelleri, dinamik sosyal güçleriyle ‘nevi şahsına münhasır’ bir memleket. Ve Türkiye artık ABD’nin Irak işgaliyle Ortadoğu’da güç dengelerinin yerinden oynadığı yeni konjonktürde, Batı’nın zaten yıllardır gözünü hiç ayırmadığı Ortadoğu’da ihmal ettiği rolünü oynamaya soyunuyor. Bunun, hiç kalkışılmadık birşey değilse bile, bugün son derece kapsamlı biçimde formüle edilmiş bir dış politika vizyonu çerçevesinde hayata geçirildiği aşikar. Ülke içindeki ‘Kürt/Demokratik açılımıyla’ kendisine çeki düzen verme çabasına girişen Türkiye, yakın ve uzak çevresinde karşılıklı ekonomik bağımlılıklar ve iyi komşuluk ilişkileri yaratarak, barış ve istikrara dayalı bir düzeni zorluyor. Türkiye’nin bugün bölgesinde ‘yumuşak güç’ diye tabir edilen tek yapıcı aktör konumunu herkes teslim ediyor.
Dış politika vizyonunun ‘komşularla sıfır sorun’ aşamasında sorunların tümü ‘sıfırlanamasa’ dahi, büyük başarılar kaydedildi. Kafkasya’da dondurulmuş sorunların çözümü yolunda adımlar atılması, Ermenistan’la ilişkileri normalleştirme açılımları bunun örnekleri. Şimdi ‘komşularla azami işbirliği’ aşamasına geçilmeye çalışılıyor. 10 yıl önce savaşın eşiğinde bulunulan Suriye ile sınırların açılması, hem Suriye hem Irak ile ‘yüksek düzeyli stratejik işbirliği konseyleri’ kurulması, Basra ve Musul’da başkonsolosluklar açılması, Irak’taki Kürdistan Bölgesel Yönetimi’yle son temaslar da ikinci aşamanın unsurları.
Türkiye’nin bu çerçevede doğusunda 499 kilometrelik bir sınırı yüzyıllardır sulh içinde paylaştığı komşusu İran’la da işbirliğini geliştirmesi kaçınılmaz. Türkiye 1980’lerde Irak-İran savaşında İran’a ambargo uygulamayan nadir ülkelerden birisiydi. Bugün Türkiye önemli bir enerji rotasında, doğalgazının üçte birini İran’dan tedarik ediyor. İran’ın Avrupa’yı besleyecek Nabucco hattına katılması ancak kazanım hanesine yazılabilir. Türkiye’nin, İran’ı bölgeye etkisi bağlamında tarihsel rakip görse dahi, rekabetten husumet değil karşılıklı kazanım çıkarmayı arzulaması kadar doğal birşey yok.
Lakin Batı’nın biteviye İran’ı nükleer silah üretmekle itham eden ve bölgenin tek nükleer silahlı gücü İsrail’e hiç ses etmeyen çifte standartlı politikası işleri karıştırıyor ve Türkiye’nin hedefleri açısından ortaya nahoş bir tablo çıkarıyor. Zira bölgede Türkiye’nin kontrol edemeyeceği yegane aktör İsrail. 1990’larda Türkiye-İsrail ilişkileri, Suriye, Irak ve İran’ın ‘ortak düşman’ bellenmesi sebebiyetiyle ‘stratejik işbirliği’ düzeyine yükselmişti. Lakin artık Türkiye’nin tehdit algısı değişirken, İsrail-Türkiye uzak noktalara düşüyor. İsrail’in bölgede barışın kilidi niteliğindeki Filistin sorununu çözümsüz tutması da, Türkiye’nin daha geniş bölgesel hedeflerinin önünde engel. Türkiye’nin İsrail’in Gazze saldırısına sert çıkmasıyla başlayıp bu ülkeyi Anadolu Kartalı tatbikatından dışlaması ve askeri işbirliğinin etkileneceği mesajları vermesine varan yeni konumlanışını bu açıdan görmek gerek.
AB üyeliği iddiasını sürdürürken, bölgesinde barışı zorlayan bir Türkiye fikri çok cazip. Cazip olduğu kadar da iddialı. Bu iddianın önündeki en çetrefilli engeller İsrail ve İran’la ilgili olası gelişmeler. Türkiye’nin iddiasını sürdürmek için İran üzerinde daha fazla etkili olması, İsrail’in de sorumlu bir aktör gibi davranmanın aslında hayrına olacağına ikna edilmesi gerekiyor. Kısa vadede Türkiye ile ilişkilerinde açılan mesafeyi kapatmak için en büyük çabayı harcamak ise yine İsrail‘e düşüyor. Türkiye eksen değiştirmiyor, sabırla bölgesinde bir barış havzası oluşturmaya çalışıyor. Asıl tehlike, Batı’nın ‘iyi müttefikliği’ kendi dümen suyundan çıkmamak olarak algılamasında...
30 Ekim 2009
Beyinsel travma [Tufan TÜRENÇ]
Clinton hafifçe gülümser, sonra da kısa ama anlamlı bir yanıt verir:
“11 Eylül saldırısı Amerika’yı bir beyin travmasına sürükledi. Mantık filan kalmadı.”
Son yıllarda Türkiye de böyle bir beyin travması yaşıyor.
Politikacılar, bireyler, aydınlar, yazar-çizerler, düşünürler, bilim adamları, bürokratlar ve en önemlisi kurumlar tam bir ayrım içine girdiler.
Sürekli kavga ediyorlar.
Türkiye’de mantık ve sağduyu işlemez oldu.
* * *
Ne oldu, Ermeni açılımı?
Ya da Kürt veya demokratik açılım...
Hani tarih yazmıyorduk, tarih yapıyorduk.
Hani tarihi dev adımlar atıyorduk.
Bir ıslak imza belgesi hepsini, hepsini unutturdu.
Şimdi gereğini yapacağımıza, akılla, mantıkla bu ciddi sorunu çözeceğimize birbirimizi suçlayıp duruyoruz.
İşi, Silahlı Kuvvetler’in tasfiyesine kadar götürenler bile var.
Görüntü tam bir beyin travması geçirdiğimizi ortaya koyuyor.
Nedir bu yok etme telaşı ve aceleciliği, bu önyargı, bu kin, bu nefret? Kimse soruşturmanın sonucunu bekleme sabrını bile gösteremiyor.
* * *
Bakın hiç kimse, ama hiç kimse Dünya Ekonomik Forumu tarafından açıklanan “2009 Küresel Toplumsal Cinsiyet Eşitsizliği Endeksi”nin ortaya koyduğu acı gerçeği önemsemiyor.
Bu endekse göre Türkiye kadın-erkek eşitliği bakımından 134 ülke arasında 129’uncu oldu.
Oysa çok değil bir yıl önce 123’üncüydük.
Türkiye’de kadınlar ülke kaynaklarından eşit yararlanma, eğitim, sağlık hakkı, politikada temsil, ekonomik güce sahip olma gibi ölçütlere göre yapılan sıralamada İranlı ve Mısırlı kadınların bile gerisinde.
Atatürk’ün uygar ülkeler düzeyine çıkma hedefinden ne kadar uzaklardayız.
Bu sonuçlar üzücü ve utandırıcı. Ama kimin umurunda?
* * *
Geçtiğimiz hafta İstanbul Kültür Üniversitesi’nde düzenlenen bir tartışma toplantısında medya-yargı ilişkileri irdelendi.
Alman konuşmacılar da vardı.
Toplantıda yaşadığımız bazı gerçekleri utana sıkıla anlatmak zorunda kaldık.
Ergenekon’dan, içerdeki gazeteci, yazar ve bilim adamlarından söz ettik.
Bazı somut örnekler verdik.
Benden sonra konuşan Alman meslektaş Heika Borufka bana dönüp şunları söyledi:
“Meslektaşımın anlattıklarını dinledikten sonra kısa konuşacağım. Çünkü burada anlatılanlar benim ülkem Almanya ile örtüşmüyor. Gazetecilerin hapse atılması bizde olmaz. Basın özgürlüğü de benim memleketimdeki gibi değil. Bizde polis doğru bilgi verir.”
Son bir üzücü ve utandırıcı bilgi daha...
Paris merkezli Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü’nün hazırladığı 2009 basın özgürlüğü raporuna göre Türkiye 175 ülke arasında 122’nci sırada yer aldı.
Türkiye geçen yıla göre 20 sıra geriledi ve Gana, Trinidat Tobago, Mali, Namibya, Guyana, Surinam, Papua Yeni Gine, Burkina Faso, Haiti, Kongo ve Kamerun gibi ülkelerin gerisinde kaldı.
27 Ekim 2009
Havada Kalmaz [Murat BİRSEL]
Yaz ortası bir gece uçuşu. Hiç sarsıntı yok, öyle ki parayı yere dik koyacak olan düşmez diye iddiaya girebilirsin.
Bir ara sanki uçağın bütün motorları durdu gibi oldu, hiç ses gelmiyor.
Nefis bir his.
Ama planörde değiliz biz!
Kaptan aklımdan geçen endişe bulutunun gölgesini yüzümde okumuş olacak ki, babacan bir tavırla -artık her uçağa bindiğimde aklıma gelen- şu cümleyi söyledi:
- Merak etme Murat hiç bir uçak sonsuza dek havada kalmamıştır!
Şimdi Türkiye uçağının kaptan pilotunun da -böyle tok- bir ifadeyle halihazır durumu ve önümüzdeki dönemi nasıl değerlendirdiğini söylemesi gerek:
Bu açılım havada kalamaz!
Uçak daha yeni kalktı. Kolay da olmadı, kuleden izin çıktı, uçuş planı yapıldı, pistte hızlanıldı ve Türkiye’nin uçacağı irtifaya doğru tırmanış başladı.
Yani tam kemerler bağlı, kımıldamadan yerinde oturma zamanı!
Ama böyle bir anda uçakta ayağa kalkıp da aklına estiği gibi dolaşmaya başlarsan... Sadece kendi başını gözünü yarmayı değil sakin sakin oturan tecrübeli yolcuları da yaralamayı “becerebilirsin”!
Uçağı mecburi iniş yapma durumunda bırakmayı da “becerebilirsin”!
Gerçi depoları yakıt dolu uçağın kalkıştan hemen sonra mecburi inişi, pek öyle dağdan inişe benzemez.
Onun için bir anons şart!
Paniklememek, soğukkanlılığı elden bırakmamak ve o yolcuları medeniyete davet edip uçağın yoluna devam etmesini sağlamak asıl öncelik olsa gerek.
Halihazır manzaraya bakılacak olursa, herkes cep telefonlarını çıkardı, konuşuyor. Basına kaçırıldık diye demeç veren de var, ailesiyle vedalaşan da var, şoförünü ha vaalanına geri çağıran da!
Hem yolcuların hem de uçağın kontrol sisteminin kafasını karıştıran bu tehlike ortamında hosteslerin devreye girmesi ile yetinmek mümkün değildir.
Yolcuları ancak kaptan pilotun kokpitten mikrofonu açtığında çıkan o çınlamayı duymak ve o kaptanlara has tonlamayla konuşmasını dinlemek yatıştıracak.
Kaptan pilot istediği kadar tecrübeli, her türlü hava şartlarında kendi ispat etmiş, olsun bu anons çok kritik...
Ve pilotun yolculara ne diyeceği elbette önemli ama daha da önemlisi nasıl diyeceği.
Asıl tonlamayı, sesteki güveni algılayacak yolcular.
Bu anlamda hiçbir şüpheye yer vermeyecek kadar kararlı seslendirilmeli vatandaşa anlatılacak olanlar.
Uçuş ne kadar sürer, nerede biter onu bilemiyorum ama Türk Hava Yolları’nın geleneksel varış anonsu “Hoşgeldiniz” der ve hep beraber uçmayı temenni eder!
26 Ekim 2009
Hazine faizinde kaçınılmaz yükseliş [Erdal SAĞLAM]
Geçen hafta yapılan, Hazine kağıdında önemli alıcı bankalardan oluşan, piyasa yapıcıları toplantısından sonra faizlerin yukarı doğru harekete geçmesi, ya piyasa oyuncularından bazılarının işlerini iyi yapmadıklarını yani verilere bakmadıklarını, ya da artık “iyiyi satın almanın sonuna gelinmeye başladığını” gösteriyor. Çünkü o toplantıda Hazine ve Merkez Bankası yöneticilerinin söyledikleri, yükselişe neden olduğu söylenen, yeniden borçlanma oranının yüzde 100-105 arasında olacağı zaten biliniyordu. Eğer gerçekten birileri bunu yeni öğrenip de harekete geçtilerse, bence işlerini pek iyi yapmadılar demektir.
Merkez Bankası’ndan yapılan fonlamanın faiziyle Hazine kağıtları faizleri arasındaki farkın azaldığı, dolayısıyla Merkez’den para alıp Hazine kağıdına yatırmanın artık cazip olmaktan çıktığını biliyorduk ve defalarca yazdık. Orta Vadeli Program (OVP) ve 2010 bütçesiyle birlikte yeni yılda borçlanma oranının yüksek olacağı da zaten apaçık ortadaydı. Yani piyasa yapıcıları toplantısında yeni öğrenilen bir şey yoktu ki...
Ancak şimdi, faiz düşüşünde sona gelindiğini, Hazine faizlerinin cazip olmaktan çıktığını, Hazine’nin 2010 yılında ödediğinden fazla borçlanacağının anlaşıldığı, bu nedenle faizlerin yükselişe geçtiği söylemeye başlandı.
Merkez Bankası artık yarım puanlık indirimlerin sonuna gelindiğinin, birkaç ay daha çeyrek puanlık indirimlerle yetinilip daha sonra durulacağının mesajını, son Para Politikası Kurulu notlarıyla açık biçimde verdi. Aradaki yüzde 1-1.5’lik farkla, 20 aydan uzun süreli Hazine kağıdı almanın artık, sizce cazibesi kalmış olabilir mi? Kalmadığı çok önceden belliydi ve işini iyi yapan bankacılar zaten son birkaç aydır bunu görüp pozisyonlarını değiştirmeye başladılar. O nedenle son toplantıdan sonra harekete geçenler varsa, bence onların sorunu.
HARCAYACAKSANIZ PARA BULUN
Özetle; eğer para harcayacaksanız, gelirinizden fazla harcamaya devam etmek istiyorsanız, bunun karşılığını bulmak zorundasınız. IMF’den gelecek para gibi ucuz, uzun vadeli, yüklü blok bir kaynağı bulamıyorsanız, içeriden aldığınız borcun miktarını artırmak zorunda kalırsınız. Öyle olunca da bedelini ödersiniz, yani borç aldığınız paranın faizi yükselir.
Bu gerçeği herhalde ilkönce IMF anlaşmasına direnen Başbakan Tayyip Erdoğan’ın görmesi gerekiyor. Kendisi ekonominin gidişatını görmek için analizlere bakmadığını söylemiş ama bunlar analiz de değil, somut rakamlar...
Hazine bundan sonra harcayacağı parayı karşılamak için daha yüksek faizi göze almak zorunda. Son yıllarda azalttığı, enflasyona veya dövize endeksli kağıtların toplam borç içindeki payını yeniden yükseltmek, yani sabit faiz cazip olmadığı için daha fazla endeksli kağıt çıkarmak zorunda da kalacak.
Sorun sadece bununla da bitmiyor. Bankaların Hazine kağıdı almayıp kredi vermeyi artırmaları için de ekonominin canlanması yani bankaların verecekleri kredilerin batmaması gerekiyor. Şimdi bence bankacılık sektörünün önündeki en önemli sorunlardan biri bu; kredi yarışına girecekler ve bu kapsamda riskli alanlara da borç vermek zorunda kalacaklar...
Ekonomi yönetimi borçlanmanın yanısıra, bankaların riskli kredileri nedeniyle, bir yıl sonra zor duruma düşüp düşmeyeceklerini de, şimdiden düşünmek zorunda dır.
Özetle; IMF anlaşması olmazsa hem Hazine’nin, hem bankaların işi yeni yılda çok zor...
Bu anlaşmaya direnen Başbakan’ın artık analizlere değilse de, verilere bakması gerek.
Mustafa Kemal ATATÜRK
Blog Archive
-
▼
2009
(20)
-
▼
Aralık
(9)
- Zor Dönemde Beğenilme Formülleri [Özlem AYDIN]
- İktisat tartışmaları [Korkmaz İLKORUR]
- Faizi yükselterek enflasyonu düşürme efsanesi-Bilm...
- Süperlig [Yılmaz ÖZDİL]
- Ahali merak ediyor, nerde bu devlet? [Yılmaz ÖZDİL]
- Ekonomi krizden ağır ağır çıkıyor [Bahadır ÖZGÜR]
- İklim Konferansı’nda olacaklara dikkat [Yalçın BAYER]
- Türkiye'de 11.9 milyon yoksul var
- Ekonomi otomatik pilottan çıktı, böyle oldu [Erdal...
-
►
Kasım
(6)
- Rektörden Ata'ya ilginç mektup [Radikal Gazetesi]
- Bir sinek bir kartalı kaldırdı yere çaldı Yalan de...
- Masal değil ‘yeni hikâye’ lazım bize [Osman ULAGAY]
- Milli gelir bu yıl 1625 dolar az olacak [CNBC-e]
- Varlık balonu patlar, dolar yüzde 20 artar [CNBC-e]
- Eksen kayması değil, vizyon icabı...[Ceyda Karan]
-
▼
Aralık
(9)