2011’de ekonomimizin olası büyüme hızı üzerinde düşünmek beni bir ölçüde karamsar yapıyor. İki nedenle.
- Birincisi, erkene alınmazsa 2011’de genel seçim var. Ayrıca izleyecek yılda da cumhurbaşkanlığı seçimi yapılacak. 2007’deki seçim ortamı politik kutuplaşmayı artırmıştı. Kutuplaşma ekonomiye yaramıyor. Ekonomik birimler daha tedirgin oluyor; uzun dönemli planlarını erteliyorlar. Dolayısıyla talep normalde artacağı hızla artmıyor. Öte yandan, böyle bir ortamda yapısal reformlar ile uğraşılmıyor. Reformlar bir tarafa, kısa vadeli ekonomik politikaların tasarlanmasına bile yeteri kadar zaman ayrılmıyor.
- İkinci nedenim ise ekonomik. Bu nedeni açabilmek için 2010 öngörülerimin arkasındaki nedenlere geri dönmem gerekiyor. Çeşitli senaryolar altında önümüzdeki yıla ilişkin büyüme ve işsizlik tahminlerini kasım ortasından itibaren bir dizi yazı ile verdim. Temel senaryoda büyüme hızı yüzde 3.8 4.9 arasında bir yerde çıkıyordu. Bu büyümenin üç temel belirleyicisi olacak: Bunların ilki ‘matematiksel’ bir unsur; 2010 büyüme hızını hesaplarken yaptığımız basit bölme işleminin paydasında yer alan 2009 milli gelirimizin çok düşük bir düzeyde olmasından kaynaklanıyor. Bu durumda 2010’da azıcık bir kıpırdanma bile, 2010’da büyümüşüz gibi hissettirecek bize. Peki, ‘kıpırdanma’ nasıl gerçekleşecek? Dış unsurlar bu açıdan belirleyici olacak. Dolayısıyla geriye kalan iki unsur dış koşullara ilişkin: Dış talep ihracatımızı şekillendirecek. Dışarıdan bulacağımız kaynak miktarına bağlı olarak şirketlerimizin üretim ve yatırım yapma kapasiteleri az ya da çok sınırlanacak.Dolayısıyla, büyük ölçüde dış unsurlara bağlı bir büyüme bekliyor bizi 2010’da. Elbette yurtiçindeki bankaların kredi açma davranışları, kamu kesiminin bütçesindeki gelişmeler ve ekonomiye duyulan güvendeki değişiklikler de etkileyecek 2010 büyümesini ve işsizlik oranını. Ancak, bunlar hem dışsal unsurlara göre arka planda kalacaklar, hem de kendileri bizatihi dışsal unsurlardaki gelişmeler tarafından şekillenecekler.Kısacası, 2010 açısından ekonomi politikası anlamında ‘pasif’ bir durum söz konusu. Daha çok 2007’den başlayarak 2009 sonuna doğru giderek artan bütçe açığını tekrar makul düzeylere çekmeye çalışacağız. Bu anlamda bir ‘pasiflik’ konusu değil. Ama bunun 2001 sonrasında olduğu gibi güveni artırarak ertelenmiş talebi devreye sokması ve büyümemizi hızlandırması beklenmez.
2010’daki büyümenin 2011’de artarak sürmesi için yeni bir ‘hikâyemiz’ olması gerekiyor.Bütçe disiplinini yeniden oluşturmak elbette zorunlu; ama bu o gereksindiğimiz hikâye değil. Hikâyenin sadece bir parçası. Hikâyenin asıl kısmı olmadığı için ekonomi politikası anlamında ‘pasif’ durumdayız. Peki, hikâyenin asıl kısmında neler olabilir?
- Öncelikle yaklaşan seçimler de dikkate alınarak, bütçe disiplininin bozulmayacağı güvence altına alınmalı. Orta vadeli mali kural ve bu kurala ilişkin yasal bir uygulama çerçevesi gerekiyor. Bu birincisi. Odaklanmış bir yeni yapısal reform atağı gerekiyor. Türkiye’nin bu kadar düşük vergi geliri ile bir üst lige çıkması mümkün değil.
- Vergi oranlarını yükseltmeden vergi gelirini artırıcı ve hiç olmazsa AB ortalamasına yaklaştıran bir reforma ihtiyaç var. Elbette bugünden yarına olmayacak, ama şimdiden hazırlıklara başlamak ve bu hazırlıkları kamuoyuna açıklamak gerekiyor. Bu ikincisi.Özellikle yoksullara daha çok gelir transferi yapmaya izin veren bir düzenleme üzerinde çalışılmalı.
- Bu transferi gelişigüzel değil de ekonomi açısından ileride yarar getirecek şekilde gerçekleştirecek bir mekanizmaya ihtiyaç var. Çocuklarını okula gönderme koşulu, ya da beceri düzeylerini artırıcı kurslara kadınların katılmaları koşulu gibi koşullu mekanizmalar tasarlanabilir. Bu üçüncüsü.
- Büyüme hızımızı dış talep koşullarına daha az duyarlı hale getirecek bir yeni yapı tasarlanmalı. Şüphesiz bunun üst başlığı sanayi politikası, ama şimdilik ihracatı destekleyici yeni bir mekanizma da olabilir. Biraz düşünmek gerekiyor. Bu da dördüncüsü.
[Radikal Gazetesi] [24 Aralık 2009]
0 yorum:
Yorum Gönder