10 Kasım 2009

Masal değil ‘yeni hikâye’ lazım bize [Osman ULAGAY]

Gerçek olmayan ya da gerçekleşmesi zor olan olayları anlatan ve daha çok çocuklara anlatılan hikâyelere masal denir. ‘Hikâye’ ise “gerçek veya tasarlanmış olayları anlatan düz yazı türü” diye tanımlanıyor TDK Sözlüğü’nde. Ekonomi yazınında, bir ülkenin, firmanın hatta bir kişinin izleyeceği yol haritasını anlatan bir senaryo anlamında kullanılıyor ‘hikâye’ sözcüğü. İyi bir ‘hikâye’niz varsa başarılı olma şansınız da var. Önceki gün Ankara’da, Gazi Üniversitesi Ekonomi Bölümü’nün yayın organı olan Ekonomik Yaklaşım Dergisi tarafından düzenlenen “2008 Küresel Ekonomik Krizi ve Türkiye’ye Yansımaları” konulu kongrenin üçüncü gününde yapılan sunumları ve tartışmaları izlerken, Türkiye ekonomisinin acil olarak yeni bir ‘hikâye’ye ihtiyacı olduğunu düşündüm bir kez daha.Ekonomide her şey yolundayken küresel kriz nedeniyle geçici bir küçülme dönemi yaşandığını ve Türkiye’nin krizden en çabuk çıkıp en hızlı büyüyen ülke olacağını söyleyenler, aslında kendilerinin bile inanmadığı masalları anlatıyor bize. Tablonun en alt satırında yer alan, hükümetin Orta Vadeli Program (OVP) hedefleriyle gelişmekte olan ülkeler için yapılan tahminler karşılaştırıldığında da bu gerçek hemen ortaya çıkıyor. Türkiye ekonomisine 2002-2006 yılları arasında büyüme ivmesi kazandıran eski ‘hikâye’ ile dünya liginde öne çıkma şansımız yok.


Eski ‘hikâye’ masal oldu2001 krizinden sonra yazılan ve Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) iktidarı tarafından geliştirilerek uygulanan senaryo ya da ‘hikâye’ 2002-2006 döneminde ekonomimize bir büyüme ivmesi kazandırdı ama tüm veriler, 2006 yılının ikinci çeyreğinden itibaren bu ivmenin sona erdiğini ve düşüşün başladığını gösteriyor.Bu sürecin tutarlı ve ayrıntılı bir analizine henüz rastlamadım ama şöyle bir izlenimim var: 2006 ortasında dıştan gelen mini şokla döviz kurunda yaşanan zıplama ve buna tepki olarak faizlerin yükseltilmesi, özel sektörde yerleşmeye başlayan “Artık her şey iyiye gidiyor, yeni kriz olmaz, önümüz açık” inancını sarstı ve tereddüt yarattı. 2007 yılında cumhurbaşkanlığı seçimi sürecinde tırmanan siyasi belirsizlik de buna katkıda bulundu.AKP, 2007 seçimlerinde ezici bir zafer kazandıktan sonra, zihinlerde beliren tereddütleri giderecek bir yola girseydi ve ekonomi için yeni bir yol haritası ya da ‘hikâye’ ortaya koyabilseydi belki sonuç farklı olabilirdi ama bu yapılamadı. Tersine aşınmış olan eski ‘hikâye’nin bir masal gibi anlatılmasıyla yetinildi. 2008 krizi patlayınca da bu kez “Bu kriz bizim krizimiz değil, bizi teğet geçecek” masalı anlatılmaya başlandı. Bu süreçte hükümetin inandırıcılığı sıfıra indi ve Türkiye krizden en ağır etkilenen ülkelerden biri oldu. Şu anda gelinen noktada eski ‘hikâye’den ayakta kalan bir şey de kalmamış durumda. Mali disiplin hayal oldu, IMF çapası çöplükte duruyor, AB çapasına inanan kalmadı. Yeni ‘hikâye’ olmadan başarı olanaksız. Bunun nasıl bir ‘hikâye’ olabileceğini bir başka yazıda ele alacağım.

Krizde neden darbe yedik?Türkiye’nin küresel krizden en ağır darbe yiyen ülkelerden biri olması gerekmiyordu aslında. Banka sistemimiz sorunlu değildi, “toksik” kâğıtlara bulaşmış değildik, konut balonumuz yoktu, hane halkımız dünya standartlarına göre fazla borçlu değildi, ihracatın ekonomimizdeki ağırlığı çok fazla değildi ama krizde en derin küçülmeyi yaşayan ekonomilerden biri olduk.Bunun nedenini merak edenler Hesap Uzmanı Onur Elele tarafından hazırlanan ve Vergi Konseyi tarafından yayınlanan Küresel Kriz ve Türkiye başlıklı kitapçığa bakabilirler. Küresel krizin tırmanış sürecinde, 2008’in eylül ayı ile 2009’un eylül ayı arasında kalan dönemde dünyada ve Türkiye’de alınan ve alınamayan önlemleri tek tek özetleyen, bir kriz güncesi niteliğindeki bu kitapçığa bakınca Türkiye’nin neden ağır darbe yediği daha iyi anlaşılabiliyor.
[Milliyet Gazetesi] [09 Kasım 2009]

0 yorum:

Yorum Gönder