02 Kasım 2009

Eksen kayması değil, vizyon icabı...[Ceyda Karan]

2000’lerin başından beri Batı’da pek popüler olan, Türkiye’de de giderek daha fazla benimsenen bir formülasyon var: ‘Bir ayağı Avrupa, diğer ayağı Asya’da olan Türkiye, Batı ve Doğu alemleri arasında köprü vazifesi görme potansiyeline sahip’. Türkiye’yi tepeden tırnağa ‘Batılı’ değerlerle bezenmiş görmek isteyenler dahi, nicedir ‘Doğulu’ yanını teslim eder. Bu durumda Başbakan Tayyip Erdoğan’ın, son günlerde yine ısıtılan ve başlıca müsebbibi Ankara’nın İsrail’e koyduğu açık tavır olan ‘eksen değiştirme’ tartışması karşısındaki sözleri, gayet yerinde bir saptamanın tekrarından ibaret: ‘Türkiye’nin bir yüzü Batı’ya, diğer yüzü Doğu’ya bakar’. AB Başmüzakerecisi Egemen Bağış, durumu köprü formülasyonundan memnun Batılılara daha çarpıcı ifade etti: “Bir ayağı güçlü, diğer ayağı zayıf bir köprü, uzun süre ayakta duramaz.

Türkiye, yapısal sorunlarına (Kürt meselesi, devletin demokratikleştirilmesi sürecinde orduyla yaşanan gerilimler) karşın, nüfus ve toprak bütünlüğü, jeostratejik konumu, ekonomik potansiyelleri, dinamik sosyal güçleriyle ‘nevi şahsına münhasır’ bir memleket. Ve Türkiye artık ABD’nin Irak işgaliyle Ortadoğu’da güç dengelerinin yerinden oynadığı yeni konjonktürde, Batı’nın zaten yıllardır gözünü hiç ayırmadığı Ortadoğu’da ihmal ettiği rolünü oynamaya soyunuyor. Bunun, hiç kalkışılmadık birşey değilse bile, bugün son derece kapsamlı biçimde formüle edilmiş bir dış politika vizyonu çerçevesinde hayata geçirildiği aşikar. Ülke içindeki ‘Kürt/Demokratik açılımıyla’ kendisine çeki düzen verme çabasına girişen Türkiye, yakın ve uzak çevresinde karşılıklı ekonomik bağımlılıklar ve iyi komşuluk ilişkileri yaratarak, barış ve istikrara dayalı bir düzeni zorluyor. Türkiye’nin bugün bölgesinde ‘yumuşak güç’ diye tabir edilen tek yapıcı aktör konumunu herkes teslim ediyor.

Dış politika vizyonunun ‘komşularla sıfır sorun’ aşamasında sorunların tümü ‘sıfırlanamasa’ dahi, büyük başarılar kaydedildi. Kafkasya’da dondurulmuş sorunların çözümü yolunda adımlar atılması, Ermenistan’la ilişkileri normalleştirme açılımları bunun örnekleri. Şimdi ‘komşularla azami işbirliği’ aşamasına geçilmeye çalışılıyor. 10 yıl önce savaşın eşiğinde bulunulan Suriye ile sınırların açılması, hem Suriye hem Irak ile ‘yüksek düzeyli stratejik işbirliği konseyleri’ kurulması, Basra ve Musul’da başkonsolosluklar açılması, Irak’taki Kürdistan Bölgesel Yönetimi’yle son temaslar da ikinci aşamanın unsurları.

Türkiye’nin bu çerçevede doğusunda 499 kilometrelik bir sınırı yüzyıllardır sulh içinde paylaştığı komşusu İran’la da işbirliğini geliştirmesi kaçınılmaz. Türkiye 1980’lerde Irak-İran savaşında İran’a ambargo uygulamayan nadir ülkelerden birisiydi. Bugün Türkiye önemli bir enerji rotasında, doğalgazının üçte birini İran’dan tedarik ediyor. İran’ın Avrupa’yı besleyecek Nabucco hattına katılması ancak kazanım hanesine yazılabilir. Türkiye’nin, İran’ı bölgeye etkisi bağlamında tarihsel rakip görse dahi, rekabetten husumet değil karşılıklı kazanım çıkarmayı arzulaması kadar doğal birşey yok.

Lakin Batı’nın biteviye İran’ı nükleer silah üretmekle itham eden ve bölgenin tek nükleer silahlı gücü İsrail’e hiç ses etmeyen çifte standartlı politikası işleri karıştırıyor ve Türkiye’nin hedefleri açısından ortaya nahoş bir tablo çıkarıyor. Zira bölgede Türkiye’nin kontrol edemeyeceği yegane aktör İsrail. 1990’larda Türkiye-İsrail ilişkileri, Suriye, Irak ve İran’ın ‘ortak düşman’ bellenmesi sebebiyetiyle ‘stratejik işbirliği’ düzeyine yükselmişti. Lakin artık Türkiye’nin tehdit algısı değişirken, İsrail-Türkiye uzak noktalara düşüyor. İsrail’in bölgede barışın kilidi niteliğindeki Filistin sorununu çözümsüz tutması da, Türkiye’nin daha geniş bölgesel hedeflerinin önünde engel. Türkiye’nin İsrail’in Gazze saldırısına sert çıkmasıyla başlayıp bu ülkeyi Anadolu Kartalı tatbikatından dışlaması ve askeri işbirliğinin etkileneceği mesajları vermesine varan yeni konumlanışını bu açıdan görmek gerek.

AB üyeliği iddiasını sürdürürken, bölgesinde barışı zorlayan bir Türkiye fikri çok cazip. Cazip olduğu kadar da iddialı. Bu iddianın önündeki en çetrefilli engeller İsrail ve İran’la ilgili olası gelişmeler. Türkiye’nin iddiasını sürdürmek için İran üzerinde daha fazla etkili olması, İsrail’in de sorumlu bir aktör gibi davranmanın aslında hayrına olacağına ikna edilmesi gerekiyor. Kısa vadede Türkiye ile ilişkilerinde açılan mesafeyi kapatmak için en büyük çabayı harcamak ise yine İsrail‘e düşüyor. Türkiye eksen değiştirmiyor, sabırla bölgesinde bir barış havzası oluşturmaya çalışıyor. Asıl tehlike, Batı’nın ‘iyi müttefikliği’ kendi dümen suyundan çıkmamak olarak algılamasında...
[Radikal Gazetesi] [02 Kasım 2009]

0 yorum:

Yorum Gönder