21 Ekim 2010

AB’ye üyelik yolu şimdi tam tıkandı [Kadri Yüksel]

Birkaç gün öncesine kadar, AB’yle üyelik müzakerelerinin çıkmazdan kurtarılması için küçük de olsa bir umut vardı...
KKTC limanlarından AB ülkelerine ticaret yapılmasına imkân veren “Doğrudan Ticaret Tüzüğü” AB tarafından uygulamaya konulabilse ve Türkiye’nin bu koşulunun yerine getirilmesi sonucunda Türk hava ve deniz limanları Rumlara açılabilseydi...
AB de bunun karşılığında Türkiye’nin limanlarını Rumlara kapalı tutması nedeniyle açılmasını engellediği sekiz başlığı askıdan indirecekti... Daha önce açılmış bulunan ve fakat yine aynı sebeple AB tarafından kapattırılmayan müzakere başlıklarıyla da vedalaşmak artık mümkün olacaktı. 
AB’deki bazı karar mekanizmalarında veto hakkını ortadan kaldırarak nitelikli çoğunluğa kapıyı açan Lizbon Antlaşması’nın yürürlüğe girmesinden sonra, bütün bunların olabilmesi için bir umut vardı. İşler yolunda gitseydi, Türkiye nihayet tam üyelik yolunda önemli bir mesafe kat etti ve şimdi yeni etaplara hazırlanıyor diye sevinebilecektik...
Geçen pazartesi itibarı ile artık bu umutların mevcudiyetinden maalesef söz edemiyoruz.
Umut neden kaf dağının ardına düştü, okuma zahmetine katlanacak meraklılar için cevabı aşağıda:
Türkiye, müzakereler için başlangıç tarihi aldığı 2004 sonundaki AB zirvesinde, limanlarını Rum Kesimi’ne açacağı hususunda resmi teminat verdi, ancak herhangi bir vade ile kendisini bağlamadı.
Türkiye ile AB arasındaki ilişkilerin temelini oluşturan 1963 tarihli Ankara Antlaşması hükümlerinin, 2004’te AB’ye üye olan Rum Kesimi’ne teşmil edilmesi bir hukuki yükümlülüktü ve bunun uygulamadaki şartlarından biri de Türk limanlarının Rumlara açılmasıydı.
Bu arada Kıbrıs’ta 2004’te düzenlenen “Annan Planı” referandumundan sonra AB Dışişleri Bakanları, Kıbrıs Türklerinin çözümü desteklemesinin bir “mükâfatı” olarak üç ayaklı bir iyileştirme paketinde anlaştılar. AB’deki Rum engeli nedeniyle bugüne kadar bir türlü uygulanma imkânı bulamayan “Doğrudan Ticaret Tüzüğü” bunlar arasındaydı. Uygulansaydı, Türk bölgesi üzerindeki izolasyon bir nebze hafifleyecekti. Diğer ikisi, Yeşil Hat ve Mali Yardım tüzükleri ise iyi ya da kötü hayata geçirilebildi.
Türkiye ise aslında birbirinden ayrı iki hukuki süreç olan “doğrudan ticaret” ile “limanların açılması” konuları arasında, Kıbrıs sorununun siyasi doğası gereği çapraz bir ilişki kurdu ve Rumlara limanları açmayı, AB’nin “doğrudan ticaret”i fiile geçirmesi koşuluna bağladı.
Böyle olunca da, Rumların “KKTC’nin tanınması anlamına gelir” diyerek “doğrudan ticaret”i engellemesi sonucunda Türk limanlarının Rumlara kapalı tutulması, Türkiye’nin AB’ye üyelik müzakerelerini büyük ölçüde tıkadı.
“Doğrudan Ticaret Tüzüğü”, hazırlandığından bu yana Rum engeli nedeniyle AB Komisyonu’nda bekletiliyordu ki 2009 sonunda Lizbon Antlaşması yürürlüğe girince Rum vetosunu aşmak için bir umut belirdi.
Tüzük, “uluslararası ticaret” başlığı altında ele alındığı takdirde, Avrupa Parlamentosu (AP) Genel Kurulu’nda kabul edildikten sonra AB Konseyi’nde Lizbon Antlaşması gereği nitelikli çoğunluk esasına göre oylanacak ve Rum vetosu işlemeyecekti.
Neticede AB Komisyonu “Doğrudan Ticaret Tüzüğü”nün uluslararası ticareti ilgilendirdiği görüşünü ileri sürerek belgeyi geçen haziranda AP’ye gönderdi.
Bu aşamada Rum itirazları yine etkili oldu... Belgenin uluslararası ticaret konusu değil, Rum Kesimi’nin AB’ye üyeliğini düzenleyen 2003 tarihli Katılım Antlaşması’na ek 10. Protokol zemininde ele alınması gerektiğini ileri süren Rumlar yoğun lobi yaparak konunun incelenmek üzere “Hukuk İşleri Komisyonu”na havale edilmesini başardılar.
Komisyon geçen pazartesi yayımladığı raporda Rumların, “Tüzük uluslararası ticaret konusu yapılırsa bu, Yeşil Hat’tın AB’nin dış sınırı olarak tanınması anlamına gelir” şeklindeki görüşünü destekledi.
AP hukuk biriminin görüşü elbette bağlayıcı değil ama AP’den tersi yönde karar çıkması da mümkün görülmüyor.
Şimdi bu “Doğrudan Ticaret Tüzüğü”, 10. Protokol zemininde ele alınır, AP’den geçip AB Konseyi’ne gelirse Rum vetosuyla engellenir; Türkiye limanları açmaz; başlıklar askıdan inmez ve müzakere süreci bir süre sonra fiilen ölür. Çünkü açılabilecek sadece üç başlık var.
İşimiz Kıbrıs sorununa en kısa sürede çözüm bulunmasına, yani bir mucizeye kalmıştır.

[Milliyet Gazetesi][21 Ekim 2010]

0 yorum:

Yorum Gönder